BEDİÜZZAMAN
AHİR ZAMAN’I
ANLATIYOR
BEDİÜZZAMAN’A GÖRE
HENÜZ KİMSENİN
İCRA ETMEDİĞİ
HZ.MEHDİ’NİN
3 BÜYÜK VAZİFESİ
Birinci baskı:Haziran 2005
GÜNEŞ
YAYINCILIK
Darülaceze Caddesi No: 9
Ekşioğlu İş Merkezi B Blok D: 5
Okmeydanı - İstanbul
Tel:(0212) 220 15 60
Baskı: Tavaslı Matbaacılık
Sanayi Cd. No:17 Yenibosna-İstanbul
Tel:(0 212) 451 31 32
İÇİNDEKİLER
Hz. Mehdi’nin Üç Büyük Görevi
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin Siyaset
Ve Saltanat Alanlarındaki
Görevlerini Nasıl Açıklamıştır?
Bediüzzaman, Kendisine Mehdilik
Zannında Bulunan Nur Talebeleri’nin
Yanıldıklarını Nasıl Açıklıyor?
Bediüzzaman Eserlerinde,
Kendisinin “Son Müceddid”
Ve “Mehdi” Olmadığını
Delilleriyle Birlikte Açıklamıştır
EK BÖLÜM:
Evrim
Teorisinin Sonu
Hz. Mehdi’nin Üç Büyük
Görevi
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu
belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli
alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir.
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, HZ. MEHDİ AL-İ
RESUL'ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz. Mehdi'nin) TEMSİL
ETTİĞİ KUDSİ (mukaddes, kutsal) CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN ÜÇ VAZİFESİ
var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan
çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını rahmet-i İlahiyeden (Allah'ın
rahmetinden) bekliyoruz. Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ
Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman,
bu sözünde Hz. Mehdi'nin ahir zamanda muhakkak geleceğini ve Hz. Mehdi ile
mukaddes cemaatinin birlikte yerine getirecekleri üç büyük vazife olacağını
açıklamaktadır:
HZ. MEHDİ AL-İ RESUL'ÜN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN S
OYUNDAN GELEN HZ. MEHDİ'NİN) TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ
(MUKADDES, KUTSAL) CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN:
Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ile ilgili önemli birkaç
konuyu birden açıklamıştır. Bediüzzaman öncelikle "HZ. MEHDİ AL-İ
RESUL'ÜN TEMSİL ETTİĞİ" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz
(sav)'in soyundan gelecek bir şahıs olduğunu hatırlatmıştır. Bir şahs-ı
manevinin herhangi bir soydan gelmesi kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak bir
insanın bir başkasının soyundan gelebilmesi söz konusu olabilir. Bediüzzaman da
burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişilik olmadığını, "BİR
ŞAHIS" olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz.
Mehdi'nin ve cemaatinin iki ayrı kavram olduğunu hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin
bir "şahs-ı manevi" olduğu iddiasının geçersizliğini bir kez daha
ortaya koymuştur. Bediüzzaman "HZ. MEHDİ AL-İ RESUL'ÜN TEMSİL ETTİĞİ
kudsi cemaatin şahs-ı manevisi" sözleriyle "Hz. Mehdi'nin bir
cemaati" olacağını ve "bu cemaatin başında da onu temsil eden Hz.
Mehdi'nin bizzat bulunacağını" ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin bir
cemaatinin olabilmesi için, öncelikle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak var olması
gerekmektedir. Çünkü bir şahs-ı manevinin kendine ait bir cemaatinin olabilmesi
elbette ki söz konusu değildir. Bediüzzaman da bu sözünde bu gerçeği dile
getirmiştir. Bediüzzaman'ın belirttiği bu durumu birkaç soru sorarak da
anlayabiliriz:
1- Bediüzzaman Hz. Mehdi Al-i Resul'ün neyi temsil ettiğini
bildirmiştir?
Kudsi cemaatinin şahs-ı manevisini.
2- Bediüzzaman kudsi cemaatin şahs-ı manevisini kimin temsil
ettiğini bildirmiştir?
Hz. Mehdi'nin.
Bu soruların cevapları Hz. Mehdi ve
onun mukaddes cemaatinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu bir kez daha
ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman ahir zamanda Hz. Mehdi'nin yanında bulunan mümin
topluluğunun mukaddes bir cemaat olduğunu, bu cemaatin önderliğini yapan Hz.
Mehdi'nin de Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen mukaddes biri olacağını
belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman bu sözünün son cümlesinde "ONUN ÜÇ
GÖREVİ OLACAK" cümlesiyle bu konuya açıklık getirmekte, bu üç görevi,
yanındaki kutsal toplulukla birlikte, Hz. Mehdi'nin de bizzat başlarında
bulunarak yerine getireceğini ifade etmektedir.
Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin manevi birer şahıs, ruh ya
da mana gibi görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde
bildirilen Allah'ın adetullahı (Allah'ın kanunu) ile tamamen
çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahs-ı manevi
olarak gelmemiştir. Kuran'da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve
resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi
verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine davet
etmiş, onları Allah'ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri cennetle
müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına,
kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle
karşı koymuş, onları Allah'ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır. Tüm
bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs
olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini
göstermektedir.
Yüzyıllardır süregelen bu adetullah
(Allah'ın kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek
olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber
ve elçilerin olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de kendilerinden ayrı olarak
şahs-ı manevileri de olacaktır. Kuran'da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve
elçilerin çevresinde, onlara inanan ve onların gösterdikleri hak yolu izleyen
birer topluluk olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve
onların elçileriyle birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin
şahs-ı manevilerini oluşturur. Kuran'da peygamberlerin hayatlarını anlatan
kıssalarda bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in
ashabı, onun şahs-ı manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz
(sav)'in varlığı şartı ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek,
Bediüzzaman'ın da dile getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki
mümin topluluklarının başında bizzat birer hidayet önderi olarak
bulunacaklardır.
ONUN:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den bahsederken, "ONUN"
zamirini kullanarak, bir kez daha Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS"
olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, Hz. Mehdi'nin üç büyük
görevi olacaktır. Hz. Mehdi bu görevlerini yerine getirirken, etrafında bir de
kendisine destek olan mübarek bir topluluk bulunacaktır. Bu büyük görevler
"Hz. Mehdi ve onun kutsal cemaatinin" birarada gerçekleştireceği
görevlerdir. Ancak Bediüzzaman'ın "ONUN üç görevi olacak"
sözleriyle açıkça vurguladığı gibi, Hz. Mehdi bu topluluğun başında bizzat
bulunarak bu görevleri yerine getirecektir.
ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin "bir veya iki görevi değil, tam olarak ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ
OLACAĞINI" bildirmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevin üçünü birden yerine
getireceğinden bahsetmiştir. Bediüzzaman bunun, Hz. Mehdi'yi kendisinden önce
gelen müceddidlerden ayıran ve tanıtan en önemli alametlerinden olduğunu
bildirmiştir.
Bu üç büyük sorumluluk diğer İslam alimlerinin dönemlerinde
tam olarak yerine getirilmiş değildir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den
önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden yalnızca birisini yerine
getirdiklerini söylemiştir. Ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin her üç
görevi de birarada yapacağını ve bu özelliği nedeniyle de ahir zamanın
"Büyük Mehdisi" ünvanını alacağını belirtmiştir.
Birincisi: FEN VE FELSEFENİN tasallutiyle (etkisiyle)
ve MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve ateizm
hastalığı) beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla),
herşeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (materyalizm, Darwinizm
ve ateizm gibi Allah'ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA
imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri
sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden
birincisini açıklamaktadır. Buna göre Hz. Mehdi'nin birinci görevi, "materyalist
ve ateist felsefeleri tamamen susturacak bir şekilde insanların imanlarını
kazanmasına vesile olmak"tır:
FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ
(MATERYALİZM, DARWINİZM VE ATEİZM
GİBİ ALLAH'I İNKAR EDEN AKIMLARI)
TAM SUSTURACAK TARZDA:
1-Fen ve Felsefe:
Bediüzzaman bu sözlerinde, fen ve felsefenin etkisiyle
materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah'ı inkar eden dinsiz akımların
insanlar arasında yayıldığına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman bu akımların
etkisiz hale getirilerek tam olarak susturulmasının ve insanların imanının
kurtarılmasının Hz. Mehdi'nin birinci görevi olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin birinci göreviyle ilgili
olarak "fen ve felsefe"nin
etkisine özellikle dikkat çekmektedir. Bilim ve felsefe, iman şuuruyla yaklaşan
insanların bakış açısıyla ilerlediğinde, büyük atılımlara, Allah'ın varlığının
ve sıfatlarının daha iyi anlaşılmasına vesile olur. Bilimin, materyalizm
savunucuları tarafından insanlar üzerinde oluşturulan yanlış yönlendirmelerini,
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. Mehdi ortadan kaldıracaktır. Ahir zamanda
teknolojinin hızla ilerlemesiyle birçok bilim dalında gelişmeler olacaktır.
Allah'ın varlığının delilleri, yeryüzündeki iman hakikatleri bilimsel
delilleriyle açıkça ortaya çıkacaktır. Hz. Mehdi bu gerçekleri insanlara en
etkili yöntemlerle ulaştıracak ve bu konuda dünya çapında bir sonuç elde
edecektir. Mesih Deccal'in ahir zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle
kırılacaktır.
2-Maddiyyun Ve Tabiiyyun Taunu (Materyalizm, Darwinizm ve
Ateizm Hastalığı):
Materyalizm ve ateizm, insanlığa büyük
felaketler getiren sapkın akımlardır. Darwinizm, materyalizm ve ateizme fikri
dayanak oluşturur. Darwinizm'in iddiası, kainatın ve canlılığın kör tesadüfler
sonucunda kendi kendine yaşamı var ettiğidir. Son 150 yılın en büyük aldatmacası
olan bu akımın fikren tam anlamıyla susturulması günümüze kadar mümkün
olmamıştır. Darwinizm, modern bilimin son bulguları ve ilerleyen teknoloji
vesilesiyle Hz. Mehdi döneminde tamamen ortadan kalkacaktır. İnsanlık tarihinin
gördüğü bu en şiddetli fitnenin fikren susturulması Hz. Mehdi zamanında
gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin, "FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ TAM
SUSTURACAK TARZDA" bir çalışma yürüterek insanların imanlarının
kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman, ahir zamanda ateist
felsefelerin bir tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist,
materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar
edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz.
Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri, yani Allah'ı inkar üzerine
kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu
felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "TAM SUSTURACAK TARZDA" ifadesi son derece
önemlidir. Bilindiği gibi materyalizmin hem Türkiye'de hem de dünyada kuvvet
bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960
yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo
kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkileri giderek
artmıştır. Yani Bediüzzaman'ın vefatından sonra da materyalizm propagandası
artarak 21. yy'a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman'ın
döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman bu sözünde
kullandığı "TAM SUSTURACAK TARZDA" ifadesiyle bu gerçeğe
dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in çöküşüyle birlikte
insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye verilmiştir.
Bediüzzaman'ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri
mücadele, Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman da "TAM SUSTURACAK" ifadesiyle,
ancak Hz. Mehdi'nin bu mücadelede "tam bir üstünlük sağlayacağına"
işaret etmektedir.
İkinci vazifesi: HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.) ÜNVANI İLE
(Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam
ahlakının esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır) ALEM-İ
İSLAM'IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak
noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı
İlâhi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı
(dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri)
BULUNAN ORDULAR lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman’ın bu açıklamalarına göre Hz. Mehdi, halihazırda
çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam
ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini
canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı
maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah'ın gazabından
sakınmalarına vesile olacaktır:
HİLAFET-İ MUHAMMEDİYE (A.S.M.)
ÜNVANI İLE (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
HALİFESİ ÜNVANI İLE):
Bediüzzaman, "HİLAFET-İ
MUHAMMEDİYE ÜNVANI İLE" sözleriyle Hz. Mehdi'nin İslam
dünyasının önderi olacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin, "İSLAM TOPLUMUNUN LİDERİ VASFIYLA
İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve
manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam birliğini sağlaması"
özellikleri, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin döneminde
gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman Said Nursi, yaşadığı dönem boyunca İslam
dünyası ve Müslümanlar adına eşsiz hizmetlerde bulunmuş, pek çok insanın doğru
yolu bulmasına, Allah'a yakınlaşmasına ve imanda derinleşmesine vesile
olmuştur. Ardında halen Müslümanlar için önemli bir hidayet rehberi olan hikmet
dolu eserler bırakmış, üstün ilim ve ferasetiyle tüm Müslümanlara ışık
tutmuştur. Büyük mütefekkir Bediüzzaman, şüphesiz 13. asrın müceddididir. Ancak
kendisinin de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda açıkladığı gibi, "TÜM MÜSLÜMANLARIN LİDERİ"
vasfını taşıması söz konusu olmamıştır. Allah'ın izniyle tüm İslam alemi için
büyük müjdeler içeren bu olaylar, ahir zamanda Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacak
ve bu ünvanı da Hz. Mehdi taşıyacaktır. Bediüzzaman, bu konuyu tüm bu delilleriyle
birlikte anlatarak, kendisinin ahir zaman Mehdisi olmadığını açık bir şekilde
ifade etmiştir.
Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır.
Dünya tarihinde ilk defa Müslümanlar sayıca bu kadar çokturlar. Bu büyüklükte
bir kitleye önderlik tarihte kimseye nasip olmamıştır. Bediüzzaman'ın da
müjdelediği gibi, bu şerefli vasfı Allah'ın izniyle ahir zamanın "Büyük
Mehdisi" taşıyacaktır.
ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İSLAM AHLAKININ
ESASLARINI) İHYA ETMEKTİR
(YENİDEN CANLANDIRMAKTIR):
Bediüzzaman "ŞEAİR-İ İSLAMİYEYİ İHYA ETMEKTİR"
sözleriyle, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin İslam ahlakının esaslarını yeniden
canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "İHYA
ETMEK" kelimesi son derece önemlidir. Bu kelime "yeniden
hayata kavuşturmak" anlamındadır. Hz. Mehdi İslam ahlakının dünya
çapında yaşanmasına vesile olacaktır. Bediüzzaman bu konunun tohumlarını
atmıştır, ancak kendisinin de belirttiği gibi "yeniden hayata kavuşturma
şeklinde bir canlanma", tam anlamıyla Hz. Mehdi vesilesiyle yerine
getirilecektir.
ALEM-İ İSLAM'IN VAHDETİNİ
(İSLAM ALEMİNİN BİRLİĞİNİ)
NOKTA-İ İSTİNAD EDİP
(DAYANAK NOKTASI YAPIP):
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'nin, daha önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan
görevlerinden birinin "İSLAM BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI" olduğunu
bildirmektedir. Bilindiği gibi bu birliktelik, dünya Müslümanlarının bir çatı
altında yaşadıkları son devlet olan Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının
ardından ortadan kalkmıştı. Hz. Mehdi bu birliğin tekrar kurulmasına vesile
olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin,
bu birliği dayanak noktası edinerek insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden
koruyacağını ve Allah'ın gazabından sakınmalarına vesile olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın da vurguladığı gibi, İslam birliğinin sağlanması ve bu birliğin
liderliği ünvanının taşınması Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki
müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de henüz gerçekleşmiş olaylar değildir.
Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında
en önemli alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır. Hz. Mehdi geldiğinde
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, vesile olacağı bu olaylarla Allah onu tüm
insanlara tanıtacaktır.
MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ)
BULUNAN ORDULAR:
Bediüzzaman "MİLYONLARLA EFRADI (FERTLERİ) BULUNAN
ORDULAR" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin bu birlikteliği sağlamasında, ona
yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz etmektedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah'ın varlığı ve birliği konusunu,
iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman hizmeti
yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman, eserlerinde yer verdiği diğer sözlerinde
kendisinin de bu ilim ordusunun, onlara önceden hazırlık yapan bir neferi yani
askeri olduğunu anlatmaktadır. Yaşadığı dönemde, Bediüzzaman'ın hizmetinde
böyle geniş bir kitlenin desteği ve yardımı söz konusu olmamıştır.
Bediüzzaman'ın da sözlerinde pek çok kez ifade ettiği gibi, sınırlı bir
topluluk olan Nur talebeleri çok kısıtlı imkanlar içerisinde ve çok büyük
fedakarlıklarla büyük bir iman hizmeti vermişlerdir. Bediüzzaman böyle büyük
bir kitlenin desteğinin, ancak ahir zamanda söz konusu olacağını ve bunun da
Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu büyük göreve nasip olacağını bildirmektedir.
Üçüncü vazifesi: ... O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman
edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in
soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN
MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen
fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA
ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini
açıklamıştır. Buna göre, Hz. Mehdi Kuran ahlakının göz ardı edildiği bir
dönemde, insanların yeniden din ahlakına yönelmesine vesile olacak, İslam
birliğini kuracak ve bu büyük görevleri yerine getirirken kendisine destekçi
olan pek çok salih insan bulunacaktır.
O ZAT:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi için Risale-i Nur'un birçok
yerinde olduğu gibi, bu sözlerinde de Hz. Mehdi için "O ZAT" ifadesini
kullanmıştır. Bediüzzaman, hem "O" kelimesiyle hem de "ZAT"
ifadesiyle Hz. Mehdi'nin bir topluluk veya manevi bir kişi değil, bir "ŞAHIS"
olduğunu açıkça belirtmiştir.
Yüksek ilim ve hikmet sahibi Bediüzzaman hiç kuşkusuz ki bu
vurguları da belirli bir hikmetle yapmakta ve tüm Müslümanları Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS" olduğu konusunda
en doğru şekilde bilgilendirmektedir.
BÜTÜN EHL-İ İMANIN (İMAN EDENLERİN)
MANEVİ YARDIMLARIYLA:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü
görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman "BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ
YARDIMLARIYLA" sözleriyle, "TÜM MÜSLÜMANLARIN"
ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi'nin bu görevdeki
yardımcıları olacağını bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman
coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın
aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş
çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir.
Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak
ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin
gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.
İTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE
(İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA):
Bediüzzaman "İTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE"
sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda "İSLAM
BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA" yerine getireceğini de bildirmiştir.
Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla
da büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam
birliğinin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun
üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.
BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (ALİMLERİN
VE VELİLERİN)... İLTİHAKLARIYLA
(KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki diğer bir
desteğin de "BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA" gerçekleşeceğini
bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir tüm İslam alimleri ve iman
sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Kuşkusuz ki bütün
alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük bir destek, Hz.
Mehdi'nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son derece önemli
bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat edilirse
Bediüzzaman burada "BÜTÜN" kelimesini özellikle belirtmiş ve
Hz. Mehdi'yi "alimlerin tümünün birden" destekleyeceğini
bildirmiştir. İslam alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri
Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın
ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini
hatırlatmıştır.
AL-İ BEYTİN NESLİNDEN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNDAN) HER ASIRDA KUVVETLİ
VE KESRETLİ (ÇOK SAYIDA) BULUNAN
MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN
İLTİHAKLARIYLA (PEYGAMBER SOYUNDAN
GELEN FEDAKAR KİMSELERİN KATILIMLARIYLA):
Bediüzzaman bu sözüyle, Hz. Mehdi'nin Peygamber Efendimiz
(sav)'in mübarek soyundan olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i
Beytten yani Peygamber soyundan gelen kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman, tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve evliyalar ile birlikte "milyonlarca
seyyidin de Hz. Mehdi'nin yanında yer alacağını ve bu kutlu zata destek
vereceğini" bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin üçüncü görevindeki diğer
yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne Bediüzzaman
döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin devrinde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın
açıkladığı gibi, "PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA
SEYYİDİN KATILIMI" ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.
O VAZİFE-İ UZMAYI (BÜYÜK GÖREVİ)
YAPMAYA ÇALIŞIR:
Bediüzzaman "O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR" sözleriyle
"Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, "BİR İNSAN OLARAK İŞ
BAŞINDA OLACAĞINI" ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin bir
görevi "yapmaya çalışması" söz konusu değildir. Böyle bir çaba
ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği
vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
hizmeti "BÜYÜK GÖREV"
olarak nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin
yapacağı hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin
görevlerinden farklı, "ÇOK BÜYÜK
ÇAPLI" faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında
hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların
liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın "VAZİFE-İ
UZMA" sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin
tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD
GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan)
YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI
ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını
dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman
şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi'nin
yapacağı üç önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ BİR NEVİ MEHDİ
VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık
kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)'in hadislerine
dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri 14. yy'ın başında
geleceğini ve 14. ve 15. yy'lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman burada ayrıca Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi
olmadığını da açıklamıştır. Peygamberimiz (sav)'den bu yana 14. yy'a kadar
gelen tüm müceddidler birer "ŞAHIS" olarak gelmişlerdir. 14.
yy'da bu durum değişmeyecek, Hz. Mehdi de bir şahıs olarak bizzat görev
yapacaktır. Bediüzzaman "GELİYOR VE GELMİŞ" sözleriyle bu
sürekliliği ifade etmiş, "GELİYOR" kelimesiyle bu adetullahın
halen devam etmekte olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş
dönemlerde gönderilmiş olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı
açıklamış ve Hz. Mehdi'nin hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt
edilebileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen
müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan
"bir nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini" söylemiştir.
Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine
getirecek olan kişinin yalnızca "BÜYÜK MEHDİ" olacağını ve bu
özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir. Nitekim
Bediüzzaman'ın kullandığı "BİR NEVİ MEHDİ" ifadesi de bu
durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi'nin üç büyük
görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın beklenen
Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri "bir nevi mehdi" olarak
nitelendirerek ifade etmiştir.
HER BİRİ:
Bediüzzaman kullandığı "HER
BİRİ" ifadesiyle Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz.
Mehdi gibi gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat
çekmektedir. Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen
müceddidlerin birer şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı
açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği "Büyük Mehdi"nin
bir şahs-ı manevi olacağı düşüncesi elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre,
ahir zaman Mehdisi'nden önce gelen tüm müceddidlerin de birer şahs-ı manevi
olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey söz konusu olmamıştır. Nitekim
Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır. Bediüzzaman'ın da
müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip
olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir zamanda "BİR ŞAHIS"
olarak ortaya çıkacak ve Allah'ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi
birden yerine getirecektir.
ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE
(AÇIDAN) YAPMASI İTİBARIYLA (NEDENİYLE)
AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİ ÜNVANINI ALMAMIŞLAR:
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür
Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisini, "sabık (önceki)
Mehdiler", diğerini ise ahir zamanda gelecek olan "BÜYÜK
MEHDİ" olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları ondan başka kimsenin yapamayacağını
belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan
kişiye "BÜYÜK MEHDİ" demiştir. Bediüzzaman eserlerinde,
kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak
adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi
olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu
kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu
kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları
olduğunu bildirmiştir.
Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN BİR ŞAHISTA
YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA
KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN
(A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (nurani
cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE
ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu
Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu
belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en
önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi
yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz.
Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en
önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu
belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist
felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak
susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam
birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir.
Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden
olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin aynı anda, "SİYASET
MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ" olarak üç özelliğe
birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir.
Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki
asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin,
ahir zamanda Hz. Mehdi'nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine
getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın "BÜYÜK
MEHDİ"si ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur'un da Hz.
Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan "imanı kurtarmak" görevini
yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede sınırlı
kaldığını, Hz. Mehdi'nin geniş dairedeki görevlerini ise ancak Büyük Mehdi'nin
gerçekleştireceğini açıklamıştır. Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de
belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını
yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada sayılan büyük icraatları, bu kutlu şahsın
ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ)
BİRDEN" yerine getireceğini belirttiği bu sözüyle konunun önemini bir
kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin
hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğine dikkat çekerek, Hz.
Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.
BU ÜÇ VEZAİFİN (GÖREVİN) BİR ŞAHISTA
YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE
MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ
CERHETMEMESİ (BİRBİRİNE ENGEL OLMAMASI,
ZARAR VERMEMESİ) PEK UZAK, ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜLMÜYOR:
Bediüzzaman, "BU ZAMANDA" sözleriyle kendi
yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç
vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir.
Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu "PEK UZAK"
ve "ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR" sözleriyle açıkça belirtmiştir.
Bu da, Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını
gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin
birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir
asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini
bildirmektedir.
AL-İ BEYT-İ NEBEVİNİN (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SOYUNUN) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (NURANİ CEMAATİNİ) TEMSİL
EDEN:
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde
bildirildiği üzere "seyyid"
yani "Peygamberimiz (sav)'in
soyundan gelen bir kimse" olacağını, "kendisinin ise seyyid olmadığını" belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte, "AL-İ BEYT'İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ
TEMSİL EDEN" sözleriyle Hz. Mehdi'nin "Peygamberimiz
(sav)'in mübarek soyundan" olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz.
Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını ifade etmektedir.
HZ. MEHDİ VE CEMAATİNDEKİ
ŞAHS-I MANEVİDE:
Bediüzzaman burada çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır. Bu
söz, Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi değil, bir şahıs olacağını göstermektedir.
Zira Bediüzzaman, "Hz. Mehdi VE cemaatindeki şahs-ı
manevide" sözleriyle Hz. Mehdi'nin şahsından ve onun şahs-ı manevisini
oluşturan cemaatinden ayrı kavramlar olarak bahsetmektedir. Aradaki "VE"
kelimesi, "Hz. Mehdi'nin ve cemaatinin iki farklı varlık
olduğunu" ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin kutlu şahsıyla birlikte, bir
de onun şahs-ı manevisini oluşturan bir cemaati olacaktır. Hz. Mehdi'nin şahsı
olmadan, böyle bir şahs-ı maneviden söz etmek mümkün değildir. Bediüzzaman da
bu gerçeği ifade etmekte ve Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını müjdelemektedir.
ANCAK İÇTİMA EDİLEBİLİR
(BİRARAYA GELEBİLİR, TOPLANABİLİR:
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda
gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada
kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir başkasının bu görevleri
başarmasının Allah'ın dilemesiyle "İMKANSIZ" olduğunu
belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine
getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği
için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam
tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi,
Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini
vurgulamaktadır.
BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE,
SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU
GİBİ... (Şualar, s. 590)
Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin;
- Siyaset,
- Diyanet,
- Saltanat
alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ancak bu
görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi
olabileceğini ifade etmektedir:
BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR:
Bediüzzaman "Büyük Mehdi"nin, sabık Mehdiler olarak
adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği
"büyük görevler" olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman "ÇOK
VAZİFELERİ VAR" diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi'yi
insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu
görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz.
Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.
VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE,
SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE
ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (İŞLERİ)
OLDUĞU GİBİ:
Bediüzzaman bu sözlerinde "ÇOK VAZİFELERİ VAR"
dediği Hz. Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır. Hz.
Mehdi'nin, "SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak
bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik
yapacağını" söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri
"üç ayrı kişi"nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir. Tam tersine
Hz. Mehdi'nin bu "ÜÇ KONUDA BİRDEN" müminlerin önderliğini
üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, "Mehdiliği üçe bölmenin,
tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin" yanlışlığını
ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin imkanlarının
çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç
sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. "ÇOK
DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ" sözleriyle ise, Hz. Mehdi'nin bu "faaliyetlerinin
ve etki alanının çapının genişliğini" belirtmektedir. Bediüzzaman
yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda
birden imkan ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi
sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış,
eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar
altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet,
saltanat ve siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir
durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği
bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir
kez daha delillendirmiştir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin "lider
vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS" olduğuna bir kez daha dikkat
çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin her biri ancak "BİR
İNSAN"ın üstlenebileceği sorumluluklardır. "MEHDİ"
kelimesi, "HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN" anlamındadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "DİYANET", "SİYASET"
ve "SALTANAT" aleminde bu "MEHDİLİK VASFINI"
taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahs-ı
manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu
alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir
şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, "HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN",
"iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler"dir.
Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı
manevi olamayacağını ifade etmiştir.
"BÜYÜK MEHDİ"NİN DÖRT EHEMMİYETLİ VAZİFESİNİN VE
DAHA EVVEL GELİP GEÇEN KÜÇÜK MEHDİLER "BÜYÜK MEHDİ"NİN BİR KISIM
VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (bir açıdan) İCRA
ETTİKLERİNİ (yerine getirdiklerini) ve ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE'Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz
(sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran
ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) İHYA İLE (yeniden canlandırma ile), İLAN VE İCRA
İLE (herkese duyurarak ve uygulayarak), BAŞKUMANDANLARI OLAN "BÜYÜK
MEHDİ"NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini) VE HAKKANİYETİNİ (haktan
ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ gayet
makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i
insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir).
(Şualar, s. 456)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını yeniden yaşanır
hale getireceğini, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket edeceğini, üstün
bir adalet anlayışı olacağını anlatmaktadır:
"BÜYÜK MEHDİ"NİN DÖRT EHEMMİYETLİ
VAZİFESİNİN VE DAHA EVVEL GELİP GEÇEN
KÜÇÜK MEHDİLER "BÜYÜK MEHDİ"NİN BİR
KISIM VAZİFELERİNİ BİR CİHETTE (BİR AÇIDAN)
İCRA ETTİKLERİNİ (YERİNE GETİRDİKLERİNİ):
Bediüzzaman yukarıda yer alan sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi
olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birini "küçük Mehdiler"
olarak adlandırmış, diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan "BÜYÜK
MEHDİ" olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman "BÜYÜK MEHDİ"nin
çok açıkça görülen ve taklit edilmesi mümkün olmayan bazı alametleri olduğunu
belirtmiştir. Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılması ve
İslam ahlakının tüm dünyada hakim olması, tüm Müslümanlar arasında İslam
birliğinin oluşturulması, Hristiyanlarla Müslümanların ittifakının sağlanması,
Hz. Mehdi'nin reddedilmesi mümkün olmayan alametleridir. Bediüzzaman,
"küçük Mehdi" olarak bahsettiği, önceki asırlarda gelen Müslüman
şahısların Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetlerden bazılarını bir açıdan yerine
getirdiklerini, ancak hiçbirinin bu görevlerin hepsini birarada yerine
getiremediklerini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle, ahir zamanda
gelmesi beklenen "Büyük Mehdi"nin, geçmişte gönderilen Müslüman
şahıslarla karıştırılmaması gerektiğini; "Büyük Mehdi"nin ancak
sayılan tüm görevlerini birarada gerçekleştirmesiyle tanınacağını" hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılarak İslam ahlakının tüm
dünyaya hakim kılınması, İslam birliğinin oluşturulması, Hristiyan ve Müslüman
ittifakının sağlanması ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ne de ondan önceki
devirlerde gerçekleştirilmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat
çekerek Hz. Mehdi'nin kendisinden ilerideki bir tarihte geleceğini ve bu
mübarek insanın, geçmişte İslam'a hizmet eden diğer Müslüman şahıslardan bu
alametleriyle ayırt edilebileceğini belirtmiştir.
Bunun yanında Bediüzzaman bu açıklamalarıyla "Hz.
Mehdi'nin BİR ŞAHIS olduğunu" da bir kez daha vurgulamıştır. Ahir
zamanın "Büyük Mehdi"sinden önce gelen tüm İslam büyükleri,
müceddidler ve Bediüzzaman'ın "küçük Mehdi" olarak adlandırdığı
kimseler hep birer şahıs olmuşlardır. Bediüzzaman, Allah'ın bu adetullahının
ahir zamanda da değişmeyeceğine ve "BÜYÜK MEHDİ"nin de yine "BİR
ŞAHIS" olacağına dikkat çekmektedir.
ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE'Yİ (A.S.M.)
(PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN YOLUNU, KURAN AHLAKINI)
VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ
(KURAN AHLAKININ ESASLARINI, HAKİKATLERİNİ) VE
SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SÜNNETİNİ):
Bediüzzaman "ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE'Yİ VE HAKİKAT-İ
FURKANİYEYİ VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)" sözleriyle, pek çok
hadiste de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda Peygamber Efendimiz
(sav)'in sünneti ile amel edeceğini ve dini, bidatlardan arındıracağını ve
İslam dinini özüne döndüreceğini belirtmektedir. Peygamberimiz (sav)'in bu
konuyu bildiren hadislerinden bazıları şöyledir:
Hz. Mehdi hiçbir bidatı bırakmayacak. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi
Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 43)
Mehdi kaldırmadık bidat
bırakmayacaktır. Ahir zamanda aynı Peygamber (sav) gibi dinin icablarını yerine
getirecektir. (Kıyamet Alametleri, s. 163)
Hz. Mehdi İslam dinini, Asr-ı Saadet olarak adlandırılan
Peygamberimiz (sav)'in döneminde yaşanan ve Kuran'da bildirilen şekline
döndürecektir. Bu görev İslam tarihinde diğer İslam alimlerine nasip olmamış,
bugüne kadar böyle bir durum gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu
açıklamasıyla, İslam dinini aslına döndürme görevinin ancak Hz. Mehdi'ye nasip
olacağını ve bunun Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerden
olduğunu hatırlatmaktadır.
İHYA İLE (YENİDEN CANLANDIRMA İLE),
İLAN VE İCRA İLE (HERKESE DUYURARAK
VE UYGULAYARAK):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin izleyeceği yolu
anlatmakta, insanları hak dine davet ederken kullanacağı yöntemleri
açıklamaktadır:
Bediüzzaman'ın burada kullandığı "İHYA"
kelimesinin anlamı, "YENİDEN CANLANDIRMA"dır.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran'dan uzaklaşmış
olan insanların yeniden Kuran ahlakına göre yaşamalarına vesile olacaktır.
"İLAN"
kelimesinin anlamı ise, "HERKESE DUYURMA"dır. Bediüzzaman'ın
açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran'ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını
herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim
araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam
gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça
gösterecek ve ilan edecektir.
"İCRA" kelimesinin anlamı da, "UYGULAMA"dır.
Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim
edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman'ın burada Hz. Mehdi'nin faaliyetleri hakkında
üzerinde durduğu büyük çaplı hizmetler, tüm dünyanın gözleri önünde
gerçekleşecek olaylardır. Bediüzzaman bunların hiçbirinin kendisi hayatta iken
gerçekleşmemiş olduğuna dikkat çekmekte, ancak bu alametlerin gerçekleşmesine
vesile olan kişinin Hz. Mehdi olabileceğini belirtmektedir.
Bediüzzaman, dikkat çektiği bu önemli konuyla birlikte Hz.
Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olmadığını da vurgulamaktadır. Bediüzzaman, İslam
dininin esaslarını, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini "İHYA, İLAN VE İCRA EDECEK BİR ŞAHSIN" varlığından
söz etmektedir. Tüm bu icraatler "iman, akıl ve vicdan sahibi kutlu BİR ZATIN yerine getirebileceği"
görevlerdir. Dolayısıyla Bediüzzaman bu açıklamalarıyla "HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHS-I MANEVİ OLAMAYACAĞI"
konusunda da kesin bir delil daha ortaya koymaktadır.
BAŞKUMANDANLARI OLAN "BÜYÜK
MEHDİ"NİN KEMAL-İ ADALETİNİ (YÜCE
ADALETİNİ) VE HAKKANİYETİNİ (HAKTAN VE DOĞRULUKTAN
AYRILMAYIŞINI,
DOĞRULUĞUNU) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ):
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen birçok hadiste
Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit
kalmamış da olsa Allah, benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek,
yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i
Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi
onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm
ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i
Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş
çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da "KEMAL-İ ADALETİ"
ve "HAKKANİYETİ" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin adaletinin en
mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu
vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahs-ı manevi olmadığını, "ADALET
YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS" olduğunu ifade
etmektedir. Bir şahs-ı manevinin "adaletli olması ya da hak yoldan
ayrılmama vasfını taşıması" söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin ahlakındaki bu "MÜMİN VASIFLARI"na dikkat çekerek,
bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek "BİR İNSAN" olduğunu
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise "Büyük
Mehdi"nin "BAŞKUMANDANLIK" sıfatına dikkat çekmiştir. Bu,
ancak "BİR İNSAN"ın sahip olabileceği bir özellik ve bir
insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir
şahs-ı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; "BU
GÖREVİ YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI" ifade
etmektedir.
Bediüzzaman "Başkumandanları olan "Büyük
Mehdi"nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ" sözleriyle
burada ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan
ayrılmayışının mükemmelliğine "BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI"
ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp tanıyacaklar, Allah'ın
adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi'de göreceklerdir. Hz.
Mehdi'nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm dünyada ilk kez
zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve adalet
olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde
gelmediğini, geldiğinde ise Allah'ın bu gelişmelerle onu insanlara tanıtacağını
bildirmektedir.
Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN ÜÇ
VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI (değerlisi)
OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma
yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN
(sapkınlıktan) KURTARMAK.. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden birincisinin
ve en önemlisinin gerçek imanı yayarak insanların sapkınlıktan kurtulmasına
vesile olması olduğunu belirtmiştir:
AHİR ZAMANDA GELECEK:
Bediüzzaman "AHİR ZAMANDA GELECEK" diyerek
Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini ifade etmiştir. Eğer
Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde ya da öncesinde Hz. Mehdi'nin gelip
faaliyetlerine başladığı kanaatinde olsaydı, hiç şüphesiz "GELECEK"
kelimesi yerine "gelmiş" ya da "geldi" gibi sözler
kullanırdı. Ancak böyle bir durum henüz gerçekleşmediğinden, Bediüzzaman da Hz.
Mehdi'nin geliş vaktinin "İLERİDE" olacağını belirten bir
kelime kullanmıştır.
Bediüzzaman "GELECEK"
kelimesini, bu kitapta yer alan Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinde pek çok defa
kullanmıştır. Bediüzzaman, aynı ifadeyi birçok defa tekrarlayarak bu konuya
kesinlik kazandırmış ve Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir zamanda ortaya
çıkacağı konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin "GELECEK
BİR ŞAHIS" olduğunu da ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin "GELMESİ"nden
değil, ancak "OLUŞMASI"ndan bahsedilebilir. Bediüzzaman da bu
sebeple "ahir zamanda oluşacak" dememiş, "ahir zamanda
GELECEK" sözlerini kullanarak, Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS"
olduğunu açıklamıştır.
ZATIN:
Bediüzzaman kullandığı "ZAT" ifadesi ile
ise, Hz. Mehdi'nin "manevi bir varlık" değil, "BİR
ŞAHIS" olduğunu olabilecek en açık şekilde izah etmiştir. Bilindiği
gibi "ZAT" kelimesinin sözlük anlamı, "KİŞİ, KİMSE,
ŞAHIS"dır. Aynı zamanda da "tekil" yani "BİR KİŞİ"den
bahsedildiğini açıklayan bir ifadedir. Bilinen bir kişiyi belirtmek amacıyla
kullanılır. Aynı zamanda da bir saygı ifadesidir. Onlarca risaleyi birbirinden
hikmetli ifadelerle kaleme alan büyük İslam alimi Bediüzzaman da hiç şüphesiz
ki bu kelimenin anlamını tüm detaylarıyla çok iyi bilmektedir. Eğer Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olacağını anlatmak isteseydi, kuşkusuz ki bunu
açıkça belirtecek kadar kesin anlamlar ile "BİR İNSAN"ı ifade
eden "ZAT" kelimesini kullanmazdı. Bunun yerine "şahs-ı
manevi" kavramını ifade edecek birbirinden hikmetli çok çeşitli kelimeler
seçebilirdi. Buna rağmen açıkça "ZAT" kelimesini tercih etmiş
olması, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğu konusundaki kanaatini çok
açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman gibi yüksek ilim sahibi bir şahsın, bir kelimeyi
aynı konuda birçok kez tekrarlaması, elbette ki belirli bir hikmet üzerinedir.
Hiç şüphe yok ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğu konusunda çok
kesin bir kanaate sahiptir ve bu kanaati doğrultusunda müminleri de en doğru
şekilde bilgilendirmektedir.
ÜÇ VAZİFESİNDEN:
Bediüzzaman, Müslümanların beklediği, ahir zamanda gelecek
mübarek şahsın tek bir görevi olmayacağını bildirmiştir. Bu şahsın "ÜÇ
BÜYÜK VE KAPSAMLI GÖREVİ" olacağını ifade etmiştir. Bediüzzaman bu
görevlerin;
1) "İnsanların imanını kurtarmak,
2) İslam Birliğini kurmak ve tüm dünya Müslümanlarının önderi
olmak,
3) Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim
kılmak ve Hristiyanlarla ittifak kurmak olduğunu" açıklamıştır.
Peygamberimiz (sav)'den bu yana gönderilen müceddidler arasında, 1400 yıldır bu
görevlerin birini yalnızca belirli açılardan yerine getirmiş İslam büyükleri
olmuştur. İslam tarihinde insanların imanına vesile olan bir çok büyük âlim
vardır. Osmanlı padişahları İslam Birliğini yönetmiş Müslüman önderlerdir.
Fakat hiçbiri, bahsedilen üç önemli görevi birden ve dünya çapında yerine
getirememişlerdir. Bediüzzaman da burada Hz. Mehdi'nin bu özelliğini
vurgulayarak, bu üstün vasıflı şahsın geçmiş dönemlerde geldiğinden
bahsedilemeyeceğini, bu görevlerin yapılmasının, onu insanlara tanıtan alameti
olacağını belirtmiştir.
EN MÜHİMMİ (ÖNEMLİSİ) VE EN BÜYÜĞÜ VE EN KIYMETDARI
(DEĞERLİSİ) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (GERÇEK İMANI)
NEŞR (YAZMA VE DAĞITMA YOLUYLA YAYMAK) VE
EHL-İ İMANI (İMAN EDENLERİ) DALALETTEN
(SAPKINLIKTAN) KURTARMAK:
Bediüzzaman "İMANI KURTARMA GÖREVİ"nin, ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç vazifesinden birincisi olduğunu
belirtmiştir. Ve bu görevi, Hz. Mehdi'nin "en önemli ve en kıymetli
vazifesi"olarak adlandırmıştır. Ahir zamanda gelecek olan bu mübarek
şahsın kendi döneminde "çok büyük ve önemli bir iman hizmeti"
gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bu hizmetin çapı daha önce kimseye nasip
olmamış büyüklükte olacaktır. Bediüzzaman burada kullandığı "NEŞR"
kelimesiyle iman hakikatlerinin her türlü imkan kullanılarak, çeşitli kitle
iletişim araçlarıyla yapılacağına dikkat çekmiştir. Doğal olarak bu şekilde
imanı yayma çalışması da dünyadaki tüm insanlar tarafından bilinecektir. Ahir
zamanda Mesih Deccal'in fitnesi tüm insanları çepeçevre sarmış olacak, bu
büyüklükteki bir fitneyi etkisiz hale getirip inananların imanını korumak da
Hz. Mehdi'nin en büyük vazifelerinden biri olacaktır. Bediüzzaman bugüne kadar
böyle büyük çapta bir "imanı kurtarma görevi"nin hiçbir müceddid
tarafından yerine getirilmediğine ve Hz. Mehdi'nin de bu görevini, böyle büyük
bir etki bırakacak şekilde gerçekleştirmesiyle tanınacağına işaret etmiştir.
O ZATIN
İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR (uygulamak ve yerine getirmektir).
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, bu sözünde de Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin
Kuran ahlakının esaslarının tam olarak yaşanmasına vesile olmak olduğunu
açıklamaktadır:
O:
Bediüzzaman burada da tekrar Hz. Mehdi için, "BİR
ŞAHIS ZAMİRİ" olan "O" kelimesini kullanmıştır.
Bediüzzaman sözlerinde sık sık tekrarladığı bu kelime ile, ahir zamanda ortaya
çıkacak olan Hz. Mehdi'nin "manevi bir önder" değil, bizzat
müminlerin başına geçerek, onları hidayete yöneltecek "BİR ŞAHIS" olduğunu
belirtmektedir.
Bediüzzaman ayrıca burada "onlar" gibi çoğul bir
topluluğu ifade eden bir kelime de kullanmamış, Hz. Mehdi'nin "TEK BİR
KİŞİ" olduğunu ifade eden "O" sözcüğüne yer
vermiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi
olmadığı konusundaki kesin kanaatlerini delilleriyle birlikte ortaya koymuştur.
ZATIN:
Bediüzzaman buradaki "ZAT" kelimesiyle, aynı
cümle içerisinde Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS" olduğu konusuna
açıklık getiren ikinci bir vurgulama daha yapmıştır. Bediüzzaman bu kadar çok
tekrarladığı bu sözüyle, Hz. Mehdi'nin kesinlikle "manevi bir varlık"
olmadığını açıklamış ve Müslümanların bu kutlu "ŞAHIS"
hakkında en doğru şekilde bilgilenmelerini sağlamıştır.
İKİNCİ VAZİFESİ, ŞERİATI (KURAN AHLAKININ
ESASLARINI VE PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN
SÜNNETİNİ) İCRA VE TATBİK ETMEKTİR
(UYGULAMAK VE YERİNE GETİRMEKTİR):
"İCRA VE TATBİK ETMEK", "uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek"
demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini
ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında
uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz.
Mehdi'nin İslam Birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak, bu
vazifeyi daha kimsenin yerine getirmemiş olduğuna ve gerçekleştiğinde de bunun,
Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olacağına dikkat çekmiştir.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad
(güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve
sadakatle (kalpten bağlılıkla) olduğu halde, BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK
MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE TATBİK EDİLEBİLSİN
(yerine getirilebilsin) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin ancak "büyük
bir maddi kuvvet ve hakimiyetle" gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir:
BU İKİNCİ VAZİFE, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET
VE HAKİMİYET LAZIM Kİ, O İKİNCİ VAZİFE
TATBİK EDİLEBİLSİN (YERİNE GETİRİLEBİLSİN):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevini ancak "BÜYÜK BİR MADDİ KUVVET VE HAKİMİYETLE"
gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Bu güce sahip olacak tek kişi Hz.
Mehdi'dir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında
gerçekleştireceğini hatırlatarak, onun sahip olacağı maddi kuvvet ve
hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına dikkat çekmiştir. Peygamberimiz
(sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır.
Bediüzzaman da yaşadığı süre içerisinde böyle bir güç ve hakimiyet sahibi
olmamıştır. Tüm hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü
fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir hizmet vermiştir. Ancak onun tebliği
maddi bir kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, gayet zor maddi şartlarda ve
benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hem Bediüzzaman hem de talebeleri
büyük iman hizmetlerini çok kısıtlı imkanlarla gerçekleştirmişlerdir. Tüm bu
zorluklar içerisinde, Bediüzzaman şerefli mücadelesini sürdürmüş ve ihlasıyla,
samimiyetiyle Müslümanlara önemli bir örnek teşkil etmiştir. Ancak bizzat
kendisinin de belirttiği gibi, bu durum, Hz. Mehdi'nin elde edeceği "gayet
büyük maddi kuvvet ve hakimiyet"in Bediüzzaman'ın hayatında söz konusu
olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Bediüzzaman da, kendisine Mehdilik
isnad eden kimselere Hz. Mehdi olmadığını bu delili de öne sürerek
açıklamıştır.
O ZATIN
üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İslam halifeliğini) İTTİHAD-I
İSLAM'A BİNA EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE
(dindar Hristiyanlarla ve Hristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş
birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A (İslam dinine) HİZMET
ETMEKTİR. BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve MİLYONLAR
FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR(yerine
getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de İslam
toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir:
O:
Bediüzzaman, bu sözünde yine
"O" zamirini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS" olduğunu bir
kez daha tekrarlamıştır. Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin "manevi bir
isim" ya da "birçok insandan oluşan bir topluluk" olduğunu düşünseydi,
elbette ki tüm bu iddiaları reddedecek açıklıkta bir kelime kullanmaz, Hz.
Mehdi'den "O ZAT"
sözleriyle bahsetmezdi. Çok açıktır ki Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin "TEK BİR ŞAHIS" olduğunu
belirtmiş ve aksi yöndeki tüm düşüncelerin geçersizliğini ortaya koymuştur.
ZATIN:
Bediüzzaman, "KİŞİ, KİMSE YA DA ŞAHIS"
anlamına gelen "ZAT" kelimesini bu sözlerinde tekrarlamış ve
Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenecek, "üstün
vasıflı BİR İNSAN" olduğunu yeniden vurgulamıştır.
HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ)
İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK (İSLAM
BİRLİĞİNİN ÜZERİNE KURARAK):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin üçüncü
vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmak
olduğunu belirtmiştir.
Hz. Mehdi'nin İslam birliğini kurup Hristiyan önderlerle
ittifak etmesi ve bu vesileyle İslam'a hizmet etmesi Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde ve öncesinde de gerçekleşmemiş olaylardır. Bediüzzaman da bu vazifenin
Allah'ın izniyle Hz. Mehdi tarafından yerine getirileceğini belirterek,
kendisinin Hz. Mehdi olmadığını bir kez daha delillendirmiştir.
İSEVİ RUHANİLERİYLE (DİNDAR
HRİSTİYANLARLA VE HRİSTİYAN ALİMLERİYLE)
İTTİFAK EDİP (İŞ BİRLİĞİ VE DAYANIŞMA
İÇERİSİNE GİREREK) DİN-İ İSLAM'A
(İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip
Hristiyan önderleriyle, İslam ve Hristiyanlığın ortak cephesi olan
"materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam
dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, "... iman edenlere sevgi bakımından en yakın
olarak da: "Hristiyanlarız" diyenleri bulursun. Bu, onlardan
(birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük
taslamamaları nedeniyledir." (Maide Suresi, 82) samimi Müslümanlar
ve samimi Hristiyanlar birbirlerinin doğal müttefikidirler. Dinsizliğe karşı
ortak bir fikri mücadele yürütmeleri ve yardımlaşmaları gerekir. Ahir zamanda
bu dayanışmanın en güzel örneği Hz. İsa ve Hz. Mehdi vesilesiyle yaşanacaktır.
Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin bu önemli alametine dikkat
çekmektedir. Bediüzzaman, kendisi hayatta iken henüz gerçekleşmemiş olan bu
gelişmeleri hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonraki bir tarihte gelecek
bir şahıs olduğunu müjdelemektedir.
BU VAZİFE PEK BÜYÜK BİR
SALTANAT ve KUVVET:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hristiyan
dünyasının hak din adına ittifak etmesi gibi büyük bir olayın ancak üç şartın
oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman "PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET"
sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır. "Saltanat" kavramı, güç ve yetki ifade eden bir
kelimedir. "KUVVET" kavramı
ise "istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini
üstleneceğini ve "pek büyük bir
kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir. Bediüzzaman'ın
"PEK BÜYÜK" sözleri,
Hz. Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade
etmektedir. Böyle büyük bir kuvvetin Bediüzzaman ve ondan önceki müceddidlerin
zamanında gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin
bu önemli alametini vurgulayarak, bu mübarek zatın kendi yaşadığı dönemde henüz
gelmediğini, ortaya çıktığında ise bu özellikleriyle tanınacağını
hatırlatmıştır.
MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN
FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR
(YERİNE GETİRİLEBİLİR):
Bediüzzaman "MİLYONLAR FEDAKARLARLA TATBİK
EDİLEBİLİR" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesini yerine
getirebilmesi için gerekli olan üçüncü şartın "MİLYONLARCA
FEDAKARLAR" olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz.
Mehdi'ye tabi olan, onu destekleyen milyonlarca kişi olacağını bildirmiştir.
Böyle geniş çaplı bir destek Bediüzzaman'ın iman hizmetinde söz konusu
olmamıştır. Dahası, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu görevini yerine getirebilmesi
için sadece "milyonları aşan fedakarane bir destek" değil, aynı
zamanda "büyük bir kuvvet, kudret ve hakimiyet"in de bununla birarada
oluşması gerektiğini belirtmiştir. Bu gerçeği hatırlatarak da, Hz. Mehdi'nin
kendi yaşadığı devirde gelmemiş olduğunu ortaya koymuştur.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade
kıymetdardır (değerlidir), fakat O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE
ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE (alanda) VE ŞA'ŞALI (gösterişli) BİR TARZDA
OLDUĞUNDAN UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (genelin ve halkın gözünde) DAHA
EHEMMİYETLİ (önemli) GÖRÜNÜYORLAR. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin,
birincisine kıyasla çok daha geniş bir alanda etki oluşturacak büyük icraatlar
olduğunu açıklamıştır.
O İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK
GENİŞ BİR DAİREDE (ALANDA) VE ŞA'ŞALI (GÖSTERİŞLİ)
BİR TARZDA OLDUĞUNDAN:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü
görevlerinin çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli
ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu belirtmektedir. Nitekim, İslam
Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hristiyanlarla
ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim
kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından
olacaktır.
Bediüzzaman'ın sözünü ettiği bu vazifeler Bediüzzaman'ın
yaşadığı devirde ve İslam tarihinin hiçbir döneminde, Hz. Mehdi döneminde
olacağı gibi yaşanmamıştır. Bediüzzaman'ın ihtişamlı faaliyetlerini bu derece
detaylı tarif ettiği kişi, kendisinden sonra geleceğini ve bu üç vazifeyi en
gösterişli biçimde yerine getireceğini ifade ettiği Hz. Mehdi'dir.
UMUMUN VE AVAMIN NAZARINDA (GENELİN VE
HALKIN GÖZÜNDE) DAHA EHEMMİYETLİ (ÖNEMLİ) GÖRÜNÜYORLAR:
Bediüzzaman bu ifadeleriyle Hz. Mehdi'nin faaliyetlerinin,
toplumun genelinin gözleri önünde, apaçık bir şekilde gerçekleşeceğini ve
insanlarda takdir ve hayranlık uyandıracağını belirtmektedir. Bediüzzaman'ın da
bildirdiği gibi, ahir zamanın son dönemindeki bu olaylar; Hz. Mehdi'nin iktidar
ve hâkimiyeti çok açık delillerle ve tüm dünyanın şahit olacağı bir şekilde
yaşanacaktır. Deccal'in fitnesi ortadan kalkacak, yeryüzünü huzur barış ve
adalet dolduracaktır. Böylesine tüm dünyanın gözleri önünde seyreden büyük
gelişmeler ve değişimler önceki müceddidlerin zamanında yaşanmamıştır.
Bediüzzaman da bu önemli konuyu vurgulayarak, tüm bunların yakın bir gelecekte
Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini müjdelemiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin
Siyaset
Ve Saltanat Alanlarındaki
Görevlerini Nasıl
Açıklamıştır?
BEDİÜZZAMAN “HZ. MEHDİ’NİN
HEM DİYANET, HEM SİYASET HEM DE
SALTANAT ALANLARINDA MEHDİLİK
YAPACAĞINI” BELİRTMİŞTİR
Büyük İslam mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde,
yüzyıllardır tüm İslam aleminin beklediği Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında
Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda detaylı açıklamalarda
bulunmuştur. Bediüzzaman hadislerde verilen bu bilgilere dayanarak, ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç ayrı alanda birden Mehdilik yapacağını
yani, hem “sİyaset mehdİsİ” hem
“saltanat mehdİsİ” hem de “dİyanet mehdİsİ” olacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'nin bu önemli özelliğini açıkladığı
sözlerinden biri şöyledir:
“Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve sİyaset alemİnde, dİyanet alemİnde, saltanat
alemİnde, mücadele alemİnde çok dairede icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590)
Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi, Mehdilik görevini sadece tek
bir alanda gerçekleştirmeyecek, dört ayrı alanda birden büyük ve önemli
faaliyetleri olacaktır”.
Ancak Emirdağ Lahikası’na ait yayınlanmamış bir mektubunda,
Bediüzzaman'ın “Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek büyük Hz. Mehdi
siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet hakikatlarını isbata,
izhara, icraya çalışır...” şeklinde bir sözü yer almaktadır.
Bediüzzaman'ın bu sözüyle ne kastetmiş olduğu ise, çeşitli çevreler tarafından
tartışma konusu olmaktadır. Bediüzzaman'ın bu sözlerine dayanılarak, “Hz.
Mehdi'nin yalnızca iman hakikatleri yönünde bir çalışma yapacağı; ancak siyaset
ve saltanat alanlarında herhangi bir görev üstlenmeyeceği” şeklinde
yorumlar öne sürülmektedir.
Ancak bu düşünce, Bediüzzaman'ın risalelerde yüzlerce sayfa
boyunca anlattığı bilgilerle tamamen çelişmektedir. Zira Bediüzzaman
eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında geniş bilgi
vermiş ve Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele alanlarında
Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini” detaylı olarak
anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği’ni
sağlayacağını, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” ayrıntılı olarak
açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer
bırakmayacak kadar açıktır.
Çok açıktır ki eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin sadece iman
hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat alanlarında görev
yapmayacağını düşünseydi, risalelerde böyle bir açıklamaya yer vermez, Hz.
Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak
bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi. Zira Bediüzzaman gibi derin
imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam
tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Açıktır ki
ortada bir yanlış anlama vardır ve Bediüzzaman'ın bu mektubundaki sözlerinin
yanlış şekillerde yorumlanması söz konusudur. Bu durum Bediüzzaman'ın bahsi
geçen mektubunu risalelere koydurtmamış olmasının hikmetlerini de açıkça ortaya
koymaktadır. Bediüzzaman da bu konuyu şaibeli gördüğü, kafa karıştırıcı
olabileceğini ve yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü için söz konusu mektubunu
risalelere koydurtmamıştır. Nitekim bu da Bediüzzaman'ın bir kerametidir.
Bediüzzaman'ın endişe ettiği durum gerçekleşmiş ve yapılan bu yorum hatası,
Bediüzzaman'ın sözlerinin yanlış anlaşılmasına neden olmuştur. Bu nedenle bu
konunun açıklığa kavuşturulmasında ve Bediüzzaman'ın bu sözlerle gerçekte ne
kastetmiş olduğunun ortaya konmasında fayda vardır.
BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ İLE İLGİLİ
OLARAK KULLANDIĞI “SİYASET”
KAVRAMI İLE NE KASTETMEKTEDİR?
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin siyaset alanındaki görevine
ilişkin sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Bediüzzaman'ın “siyaset”
kavramını ne anlamda kullandığının ve “Hz. Mehdi'nin siyaset alanında yerine
getireceği icraatlar” ifadeleriyle ne kastettiğinin tam olarak açıklanması
gerekmektedir.
BEDİÜZZAMAN ESERLERİNDE
“İKİ AYRI SİYASET KAVRAMI”NDAN
BAHSETMEKTEDİR
Bediüzzaman eserlerinde “iki ayrı siyaset kavramı”ndan
bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, Bediüzzaman'ın da hayatı boyunca uzak
durduğunu bildirdiği “dünya siyaseti”dir. Bediüzzaman eserlerinde bu
gerçeği pek çok defa dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın bu konudaki sözlerinden
bazıları şöyledir:
Bir zaman, bu garazkârane (maksatlı, kötü niyetli) tarafgirlik (taraf tutma) neticesi
olarak gördüm ki; mütedeyyin (dindar, dini emirlere ve yasaklara uyan)
bir ehl-i ilim (ilim ehli), fikr-i siyasisine muhalif (siyaset
fikrine karşı) bir âlim-i sâlihi (samimi bir alimi) tekfir
derecesinde (küfürle kafirlikle, itham etme derecesinde) tezyif etti (rahatsız
etti). Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin
bu fena neticelerinden ürktüm, eûzü billâhi mine’ş- şeytâni ve’s-siyâse
(şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) dedim. O zamandan beri
hayat-ı siyasiyeden (siyaset hayatından) çekildim.
(Mektubat, 22.Mektup, 4.Vecih, 4.Düstur, s.247)
Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit
merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak
ve hakikî vazife-i insaniyeti (insanın gerçek vazifesini) ve âhireti
unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. (Emirdağ Lahikası,
s.46)
Bediüzzaman'ın burada “şeytandan ve siyasetten Allah’a
sığınırım” sözleriyle bahsettiği “Kuran dışı bir siyaset anlayışı”dır.
Nitekim Allah’a sığındığını söylemesi bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin de bu anlamda bir
siyaset ile ilgilenmeyeceğini bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “... Ve sİyaset alemİnde, dİyanet alemİnde, saltanat
alemİnde, mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi...”
(Şualar, s. 590) sözleriyle de, Hz. Mehdi'nin siyaset aleminde önemli görevler
üstleneceğini belirtmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı siyaset
kavramıyla kastettiği anlam, Bediüzzaman'ın kendisinin de Allah’a sığındığını
belirttiği siyaset anlayışından çok farklıdır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin,
“Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” vasfını
taşıyarak tüm dünya Müslümanları arasında İslam Birliği’ni kuracağını,
Hıristiyan alemiyle ittifak oluşturacağını ve Hz. İsa ile birlikte, İslam
ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın detaylı
olarak açıkladığı Hz. Mehdi'nin üstleneceği tüm bu görevler, Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz
(sav)'in halifesi yani tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri” vasfını
taşıyacağını ve “idareci” konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak halife olması; yani Müslümanların manevi lideri
sıfatını taşıması ayrı, siyaset ise ayrı bir konudur. Hz. Mehdi dünya
siyasetiyle bizzat ilgilenmeyebilir ama “Müslümanları ilgilendiren her
konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır”.
Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir.
“Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, ‘Kuran ahlakı içerisindeki siyaset’
olacaktır”. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin “Kuran’ın
bir hükmü” olmasıdır. “Kuran ahlakına uygun siyaset”in anlamı “güzel
ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında
birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği
gidermek, zenginlik ve refahı sağlamak”tır. Kuran’da Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği bu görev “İslam ahlakının hakimiyeti” olarak
müjdelenmektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara
va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi'
kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için
seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları
korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)
Hz. Mehdi de Kuran’ın bu hükmü gereği, tüm Müslümanların
huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının güzelliğini tüm
dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve saltanat kavramlarıyla
kastettiği ana konu budur; “Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının
liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun olarak İslam
dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması”dır. Tüm bunlar
Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın “o zatın
ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir” (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran ahlakının
gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği’nin oluşmaması, Hz. Mehdi'nin
idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider konumunda
olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah’ın tüm Müslümanları
yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu
vasıfları taşıyacağını “Hilafet i Muhammediye (A.S.M.) (Peygamberimiz
(sav)'in halifesi) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının
esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır).”
(Emirdağ Lahikası, s. 259) sözleriyle ifade etmektedir.
Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki “emir
sahiplerine” uymalarını şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve
sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık
onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman
ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah’ın kendilerini
dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu elçilere
uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın, “siyaset
aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele aleminde çok dairede
icraatları olduğu gibi” sözleriyle Hz. Mehdi için kastettiği siyaset anlayışı
da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan “siyaset ve saltanat”
kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran’ın bu hükmünü ne şekilde yerine getireceğini
açıklamaktadır.
Nitekim risalelerdeki Hz. Mehdi'nin görevlerinin açıklandığı
sözler dikkatlice incelendiğinde, Bediüzzaman'ın bu sözleriyle ne kastetmiş
olduğu kolaylıkla anlaşılmakta; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında pek
çok görev üstleneceği açıkça görülmektedir.
BEDİÜZZAMAN EMİRDAĞ LAHİKASI’NDAKİ YAYINLANMAMIŞ
MEKTUBUNDA BAHSİ GEÇEN “DİNDAR İSEVİLER” SÖZLERİYLE
KİMLERİ KASTETMEKTEDİR?
“Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek
büyük Hz. Mehdi siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet
hakikatlarını isbata, izhara (açığa çıkarmaya, ortaya koymaya, göstermeye), icraya (uygulamaya,
tatbik etmeye, yerine getirmeye) çalışır...” (Emirdağ
Lahikası – 1)
Bediüzzaman Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda Hz. Mehdi'nin “siyaseti
tam dindar İsevilere bırakacağını” ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu
sözlerinde “dindar İseviler” sözleriyle kimleri kastettiğinin ortaya
konulması, Hz. Mehdi'nin görevleri ile ilgili konunun en doğru şekilde
anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir. Dikkat edilirse Bediüzzaman
burada “Müslümanlığa dönmüş İseviler” dememektedir. Demek ki bahsi geçen
kişiler “henüz Müslümanlığı kabul etmemiş Hıristiyanlar”dır. Bu kişiler
henüz Kuran’ı kabul etmemiş, İsevilikten dönerek Müslümanlığa tabi olmamış
kişilerdir. Oysa ki Hz. İsa geldiğinde Kuran’a tabi olacak ve Müslüman
olacaktır. Dolayısıyla İsevi değil, Muhammedi olacaktır. Ona bağlanan İseviler
de, onun Müslüman olmasından dolayı, aynı şekilde Muhammedi olacaklardır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın sözlerinden, burada “bahsi
geçen Hıristiyanların henüz Kuran’ın tebliğini kabul etmemiş ve Müslümanlığa
dönmemiş kimseler oldukları” açıkça anlaşılmaktadır. Bediüzzaman'ın “dindar
İseviler” sözleriyle kastettiği “İncil’e ve Hıristiyanlık dinine bağlı,
dindar Hıristiyanlardır”.
Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili sözlerinde İseviler ile
ilgili “iki aşama”dan bahsetmektedir. “Bunlardan biri Hz. İsa
gelmeden önceki, diğeri de Hz. İsa'nın ortaya çıkışından sonraki dönemdir”.
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinden önceki dönemde dindar
İseviler ‘dünya siyaseti’ ile ilgileneceklerdir. Nitekim günümüzde de
bu durum açıkça görülmektedir. Bediüzzaman da bu sözlerinde bu gerçeği dile
getirmiştir.
Bunun yanı sıra önceki satırlarda bu konuya ilişkin olarak
Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyasetin yalnızca, “Kuran ahlakı içerisindeki
bir siyaset” olacağı açıklanmıştı. “İşte Hz. Mehdi'nin bu dönemde dindar
İsevilere bıraktığı siyaset de ‘Kuran dışı siyaset’ olacaktır”.
Nitekim Hz. Mehdi'nin “Kuran’a uygun olmayan bir siyaseti” “Kuran’a tabi
olmayan bir topluluğa” bırakması da çok normaldir. Demek ki İslam ahlakının
hakim olmadığı bu dönemde güç ve imkanlar, Kuran’a tabi olmamış bu topluluk
için müsait olacaktır.
BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ İÇİN KULLANDIĞI “ÇOK VAZİFELERİ VAR”
SÖZLERİYLE NEYİ İFADE ETMEKTEDİR?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin görevlerini açıkladığı sözlerinde “Büyük
Mehdi'nin çok vazİfelerİ var...”
(Şualar, s. 590) şeklinde bildirmektedir. Bu sözlerinin devamında ise yine
Hz. Mehdi için “çok daİrede
İcraatlarI olduĞu gİbİ...” ifadesini kullanmaktadır.
Bahsi geçen Emirdağ Lahikası’ndaki yayınlanmamış mektubunda
ise Hz. Mehdi için“... o zat-ı mübarek’in (mübarek şahsın) veyahut
onun cemaat-i nuraniyesinin (nurani cemaatinin) şahs-ı maneviyesinin çok vazİfelerİnden en ehemmiyetli
vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşrini
(yayılmasını)...” (Emirdağ Lahikası-1) sözlerine yer vermektedir.
Bediüzzaman'ın söz konusu mektubundaki sözlerine dayanılarak
“Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini dindar İsevilere
bırakıp yalnızca birinci görevi olan iman hakikatlerine yönelik bir çalışma
yapacağı” öne sürülmektedir. Ancak Bediüzzaman, yine bahsi geçen bu mektupta “o zat-I mübarek” olarak bahsettiği
Hz. Mehdi'nin “çok vazİfelerİnden”
söz etmektedir.
1) Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’nda bahsettiği ve
risalelerin diğer bölümlerinde de yer alan “çok vazİfelerİ var” sözleri ne anlama gelmektedir?
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda olduğu gibi,
risalelerde yüzlerce sayfa boyunca Hz. Mehdi'nin “çok vazifeleri olacağı”,
“çok dairede icraatları olacağı” şeklinde açıklamalarda bulunmuş; “Hz.
Mehdi'nin birinci görevi”, “ikinci görevi” ve “üçüncü görevi”
olarak adlandırdığı pek çok sözüne yer vermiştir. Eğer Bediüzzaman “çok
vazifeleri var” diyorsa, bunun Hz. Mehdi'nin tek bir görevini ifade etmesi
mümkün değildir. Demek ki “Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin tek bir
görevi yoktur; birden fazla görevi olacaktır”.
2) Emirdağ Lahikası’na ait söz konusu mektubunda Bediüzzaman
“en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)” (Emirdağ
Lahikası-I) olduğunu belirtmektedir. Buradan birinci görevin ne olduğu
anlaşılmaktadır. Peki Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman'ın “çok vazifeleri”
sözleriyle ifade ettiği diğer görevleri nelerdir?
Bediüzzaman bu sorunun cevaplarını risalelerde geniş ve
ayrıntılı olarak izah etmiştir. Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat
ve mücadele alemlerinde görevleri olduğunu” açıklamıştır. İlerleyen
satırlarda Hz. Mehdi'nin bu görevleri detaylı olarak anlatılacaktır.
Bediüzzaman'ın risalelerde ele aldığı bir konuyu, sadece tek
bir sözüyle değerlendirmek, yanlış yorumlara neden olabilir. Zira Bediüzzaman
Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli eserlerinde Mehdiyet konusuna yer vermiş, bu
konularda birbirini tamamlayan önemli açıklamalarda bulunmuştur. Bu konuda da
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’na ait bu mektubundaki Hz. Mehdi'ye ilişkin
açıklamalarını, risalalerin diğer bölümlerindeki izahlarıyla tamamlamaktadır.
Bediüzzaman bu bölümlerde siyaset ve saltanat konularını çok geniş bir şekilde
açıklamıştır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu mektubunda yer alan bu
sözlerinin de, Bediüzzaman'ın risalelerde bu kadar uzun yer ayırdığı ve
Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak detaylı olarak anlattığı diğer
sözlerinin ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
BEDİÜZZAMAN, HZ. MEHDİ’NİN
GÖREVLERİNİ “ÜÇ AYRI DÖNEMDE”
YERİNE GETİRECEĞİNİ AÇIKLAMIŞTIR
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdİ Al-i Resul’ün temsİl ettİĞİ kudsİ
cemaatinin Şahs-I manevİsİnİn üç vazİfesi var. Eğer çabuk kıyamet
kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun
cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenler) cemaati
yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazİfesİ olacak. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
1. safha
Hz. Mehdi'nin birinci görevi olan iman hakikatlerini tebliğ
ederek inkarcı felsefelerle mücadele ettiği dönem
2. safha
Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci
görevlerini yerine getirdiği dönem
3. safha
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geldiği ve Hz.
Mehdi ile birlikte İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kıldıkları dönem
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevleri açıklarken, bunların belirli bir sıra içerisinde gerçekleşeceğini de
belirtmiştir. Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin bu görevlerini yerine getirmesi “üç ayrI safha”da
gerçekleşecektir.
Bİrİncİ safha: Hz. Mehdi görevine başladığı ilk yıllarda,
Bediüzzaman'ın “en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman
hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)” (Emirdağ Lahikası-I)
sözleriyle bahsettiği birinci vazifesini yerine getirecektir. Bu dönemde Hz.
Mehdi siyaset ve saltanat alanlarında görev yapmayacak, bunu, henüz Kuran’a
tabi olmamış olan dindar İsevilere bırakacaktır. Bediüzzaman'ın kullandığı "neşr"
kelimesinden anlaşıldığı üzere neşriyat yoluyla yani kitap, dergi, CD ve diğer
kitle iletişim araçları yoluyla geniş kitlelere iman hakikatleri tebliği
yapacaktır.
İKİNCİ SAFHA: Hz. Mehdi ikinci devrede ise siyaset ve saltanat alanlarındaki
görevlerine geçecek; İslam Birliği’ni sağlayacak ve inkarcı felsefelere karşı
Hıristiyanlarla ittifak sağlayacaktır. Bu dönemde Hz. Mehdi, “Peygamberimiz
(sav)'in halifesi” yani “tüm Müslümanların manevi lideri” vasfıyla İslam
aleminin başına geçecektir.
ÜÇÜNCÜ SAFHA: Bu üçüncü safhaya geçilen dönem ise, Hz. İsa'nın ikinci kez
yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi ile birleşmelerinin başlangıç yılları olacaktır.
Bu dönem, Hz. Mehdi'nin Hz. İsa'yla birleşerek İslam ahlakını tüm dünyaya hakim
kılacakları bir devre olacaktır.
BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ’NİN,
BİRİNCİ GÖREVİNİ YAPARKEN SİYASETLE
İLGİLENMEYECEĞİNİ NASIL AÇIKLAMIŞTIR?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, görevlerine başladığı birinci
safhada vazifesine birinci görevi olan iman hakikatleri konusunu esas alarak
başlayacağını; siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini ise daha sonraki
zamanlarda gerçekleştireceğini açıklamıştır. Bediüzzaman'ın bu konudaki sözleri
şöyledir:
... Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar (fikir akımları) var ki, herşeyi kendi
hesabına aldığı için, faraza (farz edelim) hakiki beklenilen ve bir
asır sonra gelecek o zat dahi bu zamanda
gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemİndekİ vazİyetten feragat edecek ve hedefİnİ
deĞİŞtİrecek dİye tahmİn ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat (Kuran
ahlakının esasları), biriimandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı
(büyüğü), iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında (toplumun
gözünde) ve hal-i âlem ilcaatında (dünyanın şu anki durumunda) en
mühim mes'ele, hayat ve şeriat (İslam dininin esasları) göründüğünden o
zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde
(yeryüzündeki genel durumda) vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî
olan (bütün insanlar için geçerli olan) âdetullaha muvafık (uygun) gelmediğinden,
herhalde en a'zam (büyük) mes'eleyİ esas yapIp, ötekİ mes'elelerİ esas
yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini (saflığını,
halisliğini, samimiyetini) umumun nazarında bozmasın ve avamın (ilmi ve bilgisi
az olan kimselerin) çabuk iğfal olunabilen (aldatılabilen) akıllarında, o
hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin (anlaşılsın, delilleriyle
ispat edilsin). (Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman “... harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için
siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek
diye tahmin ediyorum...” sözleriyle Hz. Mehdi'nin görevine başladığı ilk
zamanlarda siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü vazifelerinden
feragat ederek bunları bir sonraki safhaya bırakacağını tahmin ettiğini ifade
etmiştir. Bediüzzaman bu ilk safhada, ortamın Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat
alanlarındaki görevlerini gerçekleştirebilmesi için müsait olmadığını
belirtmiştir. Ancak ikinci safhada ortam değişecek ve Hz. Mehdi'nin siyaset ve
saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü görevlerini yerine getirebilmesi için
uygun hale gelecektir.
Bediüzzaman “Herhalde en azam meseleyi esas yapıp, öteki
meseleleri esas yapmayacak” ifadesiyle ise, Hz. Mehdi'nin en önemli
konu olan iman hakikatlerini anlatarak dinsizliğe karşı fikri bir mücadele
yürütme görevini “birinci sıraya alacağını” belirtmiştir.
“O zat dahi bu
zamanda gelse” sözleriyle
de, “kendi yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin siyaset, saltanat ve mücadele
alemindeki görevlerinin yerine getirilebilmesinin mümkün olmadığını belirtmiş;
Hz. Mehdi'nin bu vazifelerini yerine getirebilmesinin, bu şahsın ancak ahİr zamanda gelmesİyle söz konusu
olabileceğini” bildirmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıkladığı sözü
şöyledir:
Hem bu üç vezaİf (görevin) bİrden
bİr ŞahIsta yahut bİr cemaatte bu zamanda bulunmasI ve mükemmel olmasI
ve bİrbİrİnİ cerhetmemesİ (birbirine engel olmaması, zarar
vermemesi), pek uzak, âdeta kabİl
(mümkün) görülmüyor,
âhİr zamanda Al-i
Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı nuraniyesini
(nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak İçtİma edebİlİr (biraraya gelebilir,
toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat
alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmesinin, bu şahsın “ANCAK AHİR
ZAMANDA GELMESİYLE” mümkün olabileceğini belirtmektedir. “Yalnızca,
sadece” anlamlarındaki “ancak” kelimesi, bu konuya çok kesin
olarak açıklık kazandırmaktadır. Demek ki Hz. Mehdi bu görevlerini yerine
getirebilmek için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirildiği gibi ahir
zamanda gelecek ve bu dönemde şartların değişmesi ile birlikte, zaman
içerisinde sırasıyla ikinci ve üçüncü görevlerini de yerine getirebilecektir.
Zira o dönemde artık siyaset ile ilgilenmesinin bir mahsuru olmayacaktır.
Bu konu soru cevap şeklinde açıklandığında, Bediüzzaman'ın
kastettiği anlam daha iyi anlaşılabilecektir:
1) Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin, diğer görevleri zarar
görmeden, siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmesi
için nasıl bir ortam oluşmalıdır?
Bu dönem “ahir zaman” olmalıdır.
2) Hz. Mehdi'nin üç görevini birarada yerine getirebilmesi
için ne gereklidir?
“Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesi” gerekmektedir.
3) Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki
görevlerini gerçekleştirebilmesi ancak ne şekilde mümkün olabilecektir?
“Ancak Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesiyle” mümkün olabilecektir.
4) Bediüzzaman “ancak Mehdi’de ve cemaatindeki şahs-ı
manevide içtima edebilir” sözleriyle ne ifade etmektedir?
Bediüzzaman bu sözleriyle “Hz. Mehdi ve cemaati dışında
başka hiç kimsenin bu üç görevi aynı anda yerine getiremeyeceğini”
açıklamaktadır.
Bedİüzzaman “Hz. Mehdİ'nİn, sİyasetİ
hangİ
dönemde tam anlamIyla dİndar
İsevİlere
bIrakacaĞInI” söylemektedİr?
Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’na ait, yayınlanmamış
mektubunda bahsettiği “Hz. Mehdi'nin siyaseti dindar İsevilere bıraktığı dönem;
Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanatla ilgilenmediği, iman hakikatlerini neşr ile
uğraştığı bİrİncİ safha”dır.
Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi bu devrede siyaseti tam olarak dindar İsevilere,
yani henüz Müslüman olmamış Hıristiyanlara bırakacaktır.
Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde “Hz. Mehdi'nin siyaseti
tam dindar İsevilere bıraktığı bu dönemde yalnız iman hakikatlerini İspata, İzhara ve İcraya
çalışmakla ilgileneceğini” bildirmektedir. Bediüzzaman'ın, Hz.
Mehdi'nin bu dönemde, “İslamiyetin esaslarını ispat, izhar ve icraya
çalışacağını” söylemesi, bu dönemin Hz. Mehdi'nin birinci görevini
yerine getirdiği “’ilk dönem’ olduğunu göstermektedir. Zira “İspat” sözünün kelime anlamı “doğruyu
delil gööstererek meydana koymak, delil ve şahitle bir şeyin sıhhatini
göstermek”tir. “İzhar”
kelimesi ise “açığa kavuşturma, ortaya koyma, gösterme” anlamına
gelmektedir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinden, Hz. Mehdi'nin siyaseti tam dindar
İsevilere bıraktığı bu dönemde, birinci görevi olan iman hakikatlerini
anlattığı, tebliğ aşamasını yerine getirdiği açıkça anlaşılmaktadır.
BEDİÜZZAMAN “ÇOK VAZİFELERİ VAR”
SÖZLERİYLE İFADE ETTİĞİ HZ. MEHDİ’NİN
GÖREVLERİNİ NASIL AÇIKLAMIŞTIR?
HZ. MEHDİ’NİN BİRİNCİ GÖREVİ:
Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda tehlike oluşturacağını
bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç
bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye
geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle “Hz. Mehdi’nin birinci vazifesinin,
maddecilik fikri yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve
ateist felsefelerle fikren mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar
üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını” belirtmiştir:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle
(etkisiyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, Darwinizm ve ateizm
hastalığı), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla, her
şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini (materyalizm, Darwinizm ve
ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) tam susturacak bİr tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı
dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ
Lahikası, 259)
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç
vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan iman-ı tahkikiyi
neşr (delillere dayalı imanı yaymak) ve ehl-i imanı delaletten
kurtarmak (iman edenleri sapkınlıktan korumak). (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman eserleriyle büyük bir iman hizmeti vermiş pek çok
insanın iman etmesine ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ancak
Bediüzzaman'ın “tam susturacak bİr
tarzda” sözleriyle belirttiği "materyalizmi tüm dünyada,
tam anlamıyla etkisiz hale getirme" görevi Bediüzzaman tarafından tam
anlamıyla yapılmamış; dünya çapında insanların imanını kurtarma görevi Hz.
Mehdi’ye verilmiştir.
Bilindiği gibi
materyalizmin kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi,
vefatından yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir.
Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle
etkisi giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman'ın vefatından sonra da materyalizm
propagandası artarak 21. yy'a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman'ın
döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman da "tam
susturacak tarzda" sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in çöküşüyle birlikte insanların imanını
kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye verilmiştir. Bediüzzaman'ın bizzat
başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri mücadele, Allah’ın
izniyle Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
HZ. MEHDİ’NİN SİYASET
VE SALTANAT ALANLARINDAKİ
İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ GÖREVLERİ:
Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinden
bahsettiği sözlerinde Hz. Mehdi'nin, Diyanet Mehdisi olmasının yanında aynı
zamanda Siyaset Mehdisi ve Saltanat Mehdisi olarak da üç görevi birarada
yapacağı açıkça görülmektedir. Bediüzzaman'ın bu konuyu delilleriyle birlikte
açıklayan sözlerinden bazıları şöyledir:
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz
(sav)'in sünnetini) İcra ve tatbİk
etmektİr (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 9)
1) İCRA
VE TATBİK ETMEK:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin, “İslam ahlak
ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandırmak
olduğunu” belirtmiştir. “İCRA VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak, yürürlüğe
sokmak, yerine getirmek” demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin,
Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini
belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturması ve tüm
Müslümanların manevi liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir.
-Hz. Mehdi “icra ve tatbik etme” görevini nasıl yerine
getirecektir?
Çok açıktır ki bunun için Hz. Mehdi'nin “bu uygulamaları
gerçekleştirebilecek bir “yetkiye” sahip olması” gerekmektedir. Bu
da “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında görev yapacağını, tüm
Müslümanlara yönelik ‘idareci bir vasfı’ olacağını” açıkça ortaya
koymaktadır.
İkinci vazifesi: Hİlafet-İ Muhammedİye (a.s.m.) ünvanI
İle (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) şeair-i
İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden
canlandırmaktır) alem-İ İslam’In
vahdetİnİ (İslam aleminin birliğini) nokta-i İstİnad edİp (dayanak
noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden
ve gadab-ı İlâhi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin,
nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), mİlyonlarla efradI (fertleri) bulunan ordular lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s.
259)
2) hİlafet-İ Muhammedİye (Peygamberimiz (sav)'in halifesi) ünvanI İle:
Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak
bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz
(sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini
oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve
insanların Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayarak Allah’ın azabından
sakınmalarına vesile olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu ikinci görevini “Peygamberimiz
(sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” sıfatıyla
yerine getireceğini belirtmiştir. Kuşkusuz ki Hz. Mehdi'nin, "İslam
toplumunun lideri vasfıyla” İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan
bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam
birliğini sağlaması" özellikleri, onun “siyaset ve saltanat alanında
yapacağı faaliyetleri” ifade etmektedir.
3) alem-İ İslam’In vahdetİnİ nokta-i
İstİnad edİp
(İslam aleminin birliğini dayanak noktası yapıp):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir müceddid
tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin "İslam
Birliği’nin sağlanması" olduğunu bildirmektedir. Hz. Mehdi bu birliğin
kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. İslam
Birliği’nin sağlanması ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması
Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de
henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu
olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını
hatırlatmıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin ikinci görevi hakkında vermiş
olduğu bu bilgiler de yine “Hz. Mehdi'nin ‘idareci’ konumda olacağını
ve siyaset alanında önemli görevler üstleneceğini” hiçbir tevile yer
bırakmayacak bir şekilde açıklamaktadır. Zira Hz. Mehdi bu birliği sağlayan
kişi olarak “lider” vasfıyla İslam birliğinin başında
bulunacaktır.
4) mİlyonlarla efradI (fertleri)
bulunan ordular:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Hz. Mehdi'nin bu birlikteliği
sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz
etmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah'ın varlığı ve birliği
konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman
hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir.
Kuşkusuz sayıları milyonlarla ifade edilen böylesine geniş bir kitlenin
yönlendirilmesi Hz. Mehdi'nin “yönetici vasfını” taşıyacağını
açıkça ortaya koymaktadır.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki
kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir
iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle
olduğu halde, bu ikinci vazife, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET
lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin (yerine getirilebilsin).
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
5) gayet büyük maddİ
bİr kuvvet ve hakİmİyet:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin ancak "büyük
bir maddi kuvvet ve hakimiyetle" gerçekleştirilebileceğini
belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini
hatırlatarak, “Hz. Mehdi'nin sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de
çok büyük boyutlarda olacağına” dikkat çekmiştir.
-Hz. Mehdi'nin büyük bir kuvvet ve hakimiyete sahip olması
neyi ifade etmektedir?
“Kuvvet ve hakimiyet” kavramları “çok büyük bir yetki ve iktidarın varlığını”
ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin böylesine büyük bir yetki gücüne sahip olması, “lider
vasfıyla yönetici konumunda olacağını” açıkça
ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve
hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman böylesine geniş çaplı bir maddi güç ve
hakimiyetin Hz. Mehdi döneminde yaşanacağını belirterek, Hz. Mehdi'nin siyaset
ve saltanat alanında gerçekleştireceği görevlerin ehemmiyetini açıkça ifade
etmektedir.
O ZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ
(İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA
EDEREK (İslam birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar
Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş
birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A (İslam
dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve
KUVVET ve milyonlar fedakarlarla (milyonların fedakarane
katılımlarıyla) tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9)
6) hİlafet-İ İslamİye’yİ (İslam’ın halifeliğini):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de İslam
toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu
bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz
(sav)’in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların
desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle “Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm
Müslümanların manevi liderliğini üstleneceğini” bir kez daha belirterek, “Hz.
Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarında görevlerini” açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi ile ilgili izahlarında defalarca
tekrarladığı Hz. Mehdi'nin bu özelliğini görmezden gelerek, yalnızca iman
hakikatleri yönünde faaliyet yaparak, siyaset ve saltanat alanlarında bir görev
üstlenmeyeceğini iddia edebilmek hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Bediüzzaman çok açık delillerle Hz. Mehdi'nin bu alanlarda çeşitli
faaliyetlerde bulunacağını açıklamış ve tüm bunların Hz. Mehdi'nin tanınmasında
en önemli alametlerden olacağını belirtmiştir.
7) İttİhad-I İslam’a (İslam birliğine)
bİna ederek:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “siyaset, saltanat ve mücadele
alanlarında” yapacağı faaliyetlerden birinin İslam Birliği’ni oluşturmak
olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu göreviyle, onun “idareci”
konumunda olacağını ve “Müslümanların manevi liderliğini” üstleneceğini
ifade etmektedir.
8) İsevİ ruhanİlerİyle (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan
alimleriyle) İttİfak edİp (işbirliği
ve dayanışma içerisine girerek) dİn-i
İslam’a (İslam dinine) hİzmet
etmektİr:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip
Hıristiyan önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi olan
"materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam
dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin tüm
Müslümanların manevi lideri vasfıyla” Hıristiyanlarla kuracağı bu ittifakı
anlatarak Hz. Mehdi'nin “siyaset alanında” yürüteceği faaliyetler
hakkında bilgi vermektedir. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin
yalnızca iman hakikatleri yönünde bir görevi olmayacağını, aksine tüm dünyaya
barış ve huzur getirecek çok geniş çaplı hizmetlerde bulunacağını ortaya
koymaktadır.
9) pek büyük bİr saltanat ve kuvvet:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan
dünyasının ittifakı gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla
gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK BİR SALTANAT
VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır.
“Saltanat” kavramı, güç
ve yetki ifade eden bir kelimedir. “Kuvvet” kavramı ise "istediği
şeyi icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek
büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir.
Bediüzzaman'ın "PEK BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip
olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinde olduğu gibi,
üçüncü görevini de yine çok büyük bir saltanat ve kuvvet ile
gerçekleştireceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin İslam birliği ve Hıristiyan
alemi arasında sağlayacağı ittifak dünya çapında bir hizmet olacak; bu
vazifenin gerektirdiği güç ve saltanat da aynı şekilde dünya çapında çok büyük
bir hakimiyetle gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi hakkında sayfalar
boyunca yapmış olduğu bu açıklamalar, “Hz. Mehdi'nin sadece Diyanet Mehdisi
olarak hizmet etmeyeceğini, hem siyaset hem de saltanat alanında dünya
çapında çok büyük görevler üstleneceğini” ortaya koymaktadır.
Üçüncü Vazifesi: ... o zat, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) mânevi yardımlarıyla ve İttİhad-I İslâm’In muavenetİyle (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve bütün ulema ve evliyanın (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa Al-i Beyt’in neslinden (Peygamberimiz (sav)'in
soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan
milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (peygamber soyundan gelen
fedakar kimselerin katılımıyla) o vazife-i uzmâyı (büyük görevi) yapmaya
çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
10) İttİhad-I İslam’In muavenetİyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla):
Bediüzzaman burada bir kez daha Hz. Mehdi'nin İslam birliğini
oluşturacağından bahsetmiştir. Ancak hiç kuşkusuz ki önceki satırlarda da açıklandığı
gibi, Hz. Mehdi bu birliğin başında tüm “Müslümanların manevi lideri”
olarak bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerde “siyaset
aleminde görevleri olmasıyla ne kastedildiğini ve Hz. Mehdi'nin bu alanda nasıl
bir faaliyet yürüteceğini” açıkça ifade etmektedir.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece
daha ziyade kıymetdardır (değerlidir),
fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek
parlak ve çok genİŞ bİr daİrede (alanda) ve Şa’ŞalI (gösterişli) bİr tarzda olduğundan umumun ve
avamın nazarında (genelin ve halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli)
görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
11) o İkİncİ, üçüncü vazİfeler pek
parlak ve çok genİŞ bİr daİrede (alanda) ve Şa’ŞalI
(gösterişli) bİr tarzda
olduĞundan:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü
görevlerinin “çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli,
görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu” belirtmektedir.
Nitekim, İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hıristiyanlarla
ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim
kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından
olacaktır. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, “Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği hizmetlerin yalnızca birinci görevi olan iman hakikatleriyle sınırlı
olmayacağını, ‘Müslümanların manevi lideri’ olarak dünya çapında çok
büyük hizmetler vereceğini” ortaya koymaktadır.
... Hazret-i Mehdi’nin, o vazifesini bizzat
kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hİlâfet-i Muhammedİye (ASM) (Peygamberimiz
(sav)'in halifeliği) cİhetİndekİ (yönündeki)
saltanatI, onun ile İŞtİgale (ilgilenmeye)
vakİt bIrakmIyor. Herhalde
o vazifeyi ondan evvel bir taife (topluluk) bir cihette (yönüyle) görecek.
O zat, o taifenin (topluluğun) uzun tedkikatı ile (incelemelerle) yazdıkları
eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış
olacak... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
12) hİlâfet-i Muhammedİye (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in halifeliği) cİhetİndekİ (yönündeki) saltanatI, onun İle İŞtİgale (ilgilenmeye)
vakİt bIrakmIyor:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çalışmalarından önce, Hz. Mehdi'nin
birinci vazifesi olan iman hakikatlerini yayma ve materyalizmi fikren yıkma
yönünde kullanacağı ilmi malzemeleri hazırlayacak olan bir topluluk olacağından
bahsetmektedir. Bediüzzaman “bir cihette” yani “bir yönüyle” sözleriyle
ise bu ilmi topluluğun, materyalizmi fikren etkisiz hale getirilmesi
çalışmalarını yalnızca bir açıdan yürüteceklerini, dolayısıyla “Hz. Mehdi'nin
de kendisine program yaparak bu topluluğun çalışmalarından bu yönüyle
faydalanacağını” belirtmektedir. Önceki sayfalarda da belirtildiği gibi,
materyalist felsefenin “tam anlamıyla etkisiz hale getirilmesi” ise
ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde
gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için burada “o
vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez” sözlerini
kullanmıştır. Bunun nedeninin ise, “Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm ‘Müslümanların
manevi lideri’ olarak ‘siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği
büyük görevleri’ nedeniyle vakti olmaması olduğunu” belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın bu açıklamaları “Hz. Mehdi'nin
tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri olarak siyaset ve saltanat alanlarında
dünya çapında pek çok hizmette bulunacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
... Ahir zamanda şeriat-i Muhammediyeyi
(Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) ve hakikat-i Furkaniyeyi
(Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) ve sünnet-i Ahmediyeyi (ASM)
(Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İhya
İle (yeniden canlandırma ile), İlan ve İcra İle (herkese duyurarak ve uygulayarak),
baŞkumandanlarI olan "Büyük
Mehdİ"nİn kemal-İ adaletİnİ (yüce adaletini) ve hakkanİyetİnİ (haktan ve
doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri gayet makul
olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i
insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır
(gereğidir)...” (Şualar, s. 456)
13) ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran
ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE
SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.)
(Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İhya İle (yeniden canlandırma ile), İlan ve İcra İle (herkese
duyurarak ve uygulayarak):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin siyaset
ve saltanat alanında izleyeceği yolu anlatmakta, ikinci ve üçüncü görevlerini
yerine getirirken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır. Bediüzzaman’ın burada
kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır.
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış
olan insanların yeniden Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre
yaşamalarına vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır.
Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran
ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle
iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi,
İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya
açıkça gösterecek ve ilan edecektir.
“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu
sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm
toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
-Hz. Mehdi'nin “ihya, ilan ve icra etme”
vasıfları neyi ifade etmektedir?
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “ihya, ilan
ve icra ile” sözleri, bir kez daha Hz. Mehdi'nin “idareci vasfını”
ifade etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, tüm dünyanın şahit olacağı
şekilde çok geniş çaplı faaliyetlerde bulunacağını ve bunları gerçekleştirirken
“büyük bir yetki” ve “yönetim gücü”ne sahip
olacağını ifade etmektedir.
14) baŞkumandanlarI olan ‘büyük
mehdİ’nİn kemal-İ adaletini (yüce adaletini) ve
hakkanİyetİnİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermelerİ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de
bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmasıyla
birlikte yeryüzünde görülmemiş bir adalet, huzur ve barış ortamının
yaşanacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin bu yüce adaletine ve hakkaniyetine
tüm dünya şahit olacaktır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında
gerçekleştireceği bu görevi “başkumandanlık” sıfatıyla gerçekleştireceğini
ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin “tüm dünya
Müslümanlarının liderliğini” üstleneceğini bir kez daha açıklamaktadır.
Bu konuda sorulacak birkaç soruya verilecek cevaplar, Hz. Mehdi'nin bu
özelliğinin çok açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır:
-Hz. Mehdi'nin “başkumandanlık” sıfatını taşıması ne anlama
gelmektedir?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu sıfatını hatırlatarak, Hz.
Mehdi'nin tüm dünya Müslümanları üzerinde “yönetici” konumunda
olacağını bir kez daha açıkça ifade etmektedir.
-Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya kemal-i adaletini ve hakkaniyetini
göstermesi nasıl gerçekleşecektir?
Yüce bir adalet anlayışının ve haktan ayrılmayışın tüm
dünyaya gösterilmesi ancak “dünya çapında bir idare gücüyle” söz
konusu olabilir. Tüm insanların Hz. Mehdi'nin adalet anlayışına şahit olmaları,
Hz. Mehdi'nin “adalet sağlayabilecek yetkilere sahip bir konumda
olacağını” göstermektedir.
HZ. İSA YERYÜZÜNE İKİNCİ KEZ GELDİĞİNDE,
TÜM MÜSLÜMAN VE HIRİSTİYAN ALEMİNİN
MANEVİ LİDERi HZ. MEHDİ OLACAKTIR
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişi, yukarıda açıklandığı
gibi Hz. Mehdi'nin görevlerini yerine getirdiği “üçüncü safha”da gerçekleşecektir. Bu dönemde Hz.
Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani İslam aleminin manevi lideri
sıfatıyla dünya çapındaki tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni sağlamış
olacak ve lider konumunda olacaktır. Aynı dönemde iki ayrı şahsın Peygamberimiz
(sav)'in halifesi yani Müslümanların manevi lideri vasfını taşıması ise söz
konusu değildir. Nitekim Hz. İsa geldiğinde, Hz. Mehdi'nin bu durumunda bir
değişiklik olmayacak, Hz. İsa da Hz. Mehdi'ye yardımcı olacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bu durum açıkça ifade
edilmiş; Hz. Mehdi ve Hz. İsa'nın birlikte namaz kılacakları ve Hz. İsa'nın “imamlık
sana verilmiştir” diyerek Hz. Mehdi'yi imamlığa bizzat kendisinin
geçireceği bildirilmiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l
Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için
öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah vaktinde
inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarIna elİnİ koyar ve ona der
kİ, "Geç öne namazI kIldIr. Zİra kamet (namaza başlama işareti) senİn İçİn getİrİlmİŞtİr." (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani,
Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
... Nihayet Meryem oğlu İsa Müslümanların emiri (Hz.
Mehdi) ona: Gel bize namaz kıldır, der. Bunun üzerine İsa: Hayır,
Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer bir kısım üzerine
emirlersiniz, der. (Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209)
Peygamberimiz (sav)'in bu hadisleri son derece anlaşılırdır.
Açıktır ki Allah’ın takdiri gereği Hz. İsa, Hz. Mehdi de bir eftaliyet yani
üstünlük görmekte ve ona tabi olmaktadır. Bu durum, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde önemle vurgulanmıştır. Bediüzzaman da eserlerinde bu konuyu
açıklamış; yeryüzüne ikinci kez gelişinde Hz. İsa’nın Hz. Mehdi'ye tabi
olacağını ifade etmiştir:
... Hattâ "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir.
Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder (uyar), tâbi' olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye)
ve hakikat-i Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına,
tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, s. 587)
Bediüzzaman bu sözlerinde Peygamberimiz (sav)'in bahsi geçen
hadisinde anlatılanların açıklamasını yapmıştır. Hz. İsa'nın namazda imamlığı
Hz. Mehdi'ye vermesinin, “Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi gereği Hıristiyan
dünyasıyla yapacağı ittifakın, Hıristiyan dünyasının Müslümanlığa dönmesi ve
Kuran’a tabi olmasıyla sonuçlanacağını” açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın yaptığı açıklamalara göre “bu ittifak
sırasında Hz. Mehdi İslam aleminin, Hz. İsa da Müslümanlığa dönmüş olan
Hıristiyan aleminin manevi lideri olacaktır. Ama Hıristiyanlığın Kuran’a tabi
olmasından dolayı, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm Müslümanların
manevi liderliği vasfını Hz. Mehdi taşıyacaktır. Dolayısıyla “Hz.
Mehdi, bu dönemde “hem Müslüman aleminin hem de Müslüman olmuş Hıristiyan
dünyasının manevi lideri olacaktır”.
BEDİÜZZAMAN KENDİ YAŞADIĞI DÖNEMDE,
HZ. MEHDİ’NİN ÜÇ GÖREVİNİN BİRARADA
YERİNE GETİRİLMESİNİN MÜMKÜN
OLMADIĞINI BELİRTMİŞTİR
Bediüzzaman'ın yukarıda ele alınan sözleri, Hz. Mehdi'nin,
siyaset ve saltanat alanında yerine getireceği çok büyük ve önemli faaliyetler
olduğunu delilleriyle birlikte ispat etmektedir. Hz. Mehdi'yi, önceki
müceddidlerden ayıracak ve insanlara tanıtacak en önemli alametlerden biri, “Hz.
Mehdi'nin bu görevlerin tümünü birarada gerçekleştirmesi” olacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın eserlerinde tüm bunlar
delilleriyle birlikte çok detaylı olarak açıklanmıştır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinin kendi
yaşadığı dönemde henüz gerçekleştirilmediğini ve hatta o dönemde ne bir şahıs
ne de şahsı manevi olarak bir topluluk tarafından bu görevlerin yerine
getirilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bediüzzaman bu konuyu şöyle
açıklamıştır:
Hem bu üç vezaİf (görevin) bİrden
bir ŞahIsta yahut bİr cemaatte bu zamanda bulunmasI ve mükemmel olmasI
ve bİrbİrİnİ cerhetmemesİ (birbirine engel olmaması, zarar
vermemesi), pek uzak, âdeta kabİl
(mümkün) görülmüyor,
âhir zamanda Al-i Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı
nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki
şahs-ı mânevîde ancak içtima' edebilir (biraraya gelebilir,
toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden
bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi
tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini
engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne
kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR”
sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da, Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde Hz.
Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu gösteren önemli bir delildir. Bediüzzaman'ın
yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır.
Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu
görevleri birarada yerine getirebileceğini bildirmektedir (Kastamonu Lahikası,
s. 57).
BEDİÜZZAMAN, “DİYANET, SALTANAT VE
SİYASET ALANLARINDAKİ GÖREVLERİ BİRARADA
YERİNE GETİREMEDİKLERİ İÇİN” ÖNCEKİ MÜCEDDİDLERİN
AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDİSİ OLAMADIKLARINI BELİRTMİŞTİR
Bediüzzaman sözlerinde pek çok kez, ne önceki yüzyıllarda
gelen müceddidler zamanında ne de kendi yaşadığı dönemde, Hz. Mehdi'nin üç
görevinin birarada yerine getirilemediğini ve bunu ancak Hz. Mehdi'nin
gerçekleştirebileceğini belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıklayan
sözlerinden biri şöyledir:
Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Hz.
Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her
bİrİ üç vazİfelerden bİrİnİ bİr cİhette (açıdan) yapmasI
İtİbarIyla (nedeniyle) AHİR zamanIn Büyük Mehdİsİ unvanInI almamIŞlar. (Emirdağ
Lahikası, s. 260)
BEDİÜZZAMAN TALEBELERİNİN,
HZ. MEHDİ’NİN YALNIZCA BİRİNCİ GÖREVİNİ DİKKATE
ALDIKLARI İÇİN KENDİSİNE MEHDİLİK KONUSUNDA HÜSN-Ü ZAN
BESLEDİKLERİNİ; ANCAK İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ
GÖREVLERİNİ GÖZARDI ETTİKLERİ İÇİN
“YANILDIKLARINI” BELİRTMEKTEDİR
Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ
Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman eserlerinde “Hz. Mehdi'nin bir veya iki
görevi değil, tam olarak üç
görevi olduğunu” bildirmektedir. Bu üç görevi birarada yerine
getirmeyen şahısların ise ahir zamanın Büyük Mehdisi olamayacağını ifade
etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu konudaki detaylı açıklamalarına rağmen, bu
önemli gerçek gözardı edilerek Bediüzzaman'ın Mehdi olabileceği yönünde bazı
fikirler öne sürülmektedir. Halbuki Bediüzzaman eserlerinde bu konuya bizzat
açıklık getirmiş, Mehdi olmadığını sayfalar boyunca delilleriyle birlikte
açıklamıştır. Bu konudaki tüm bu açık beyanlarına rağmen Risale-i Nur’a ve bu
eserin yazarı olarak kendisine Mehdilik konusunda hüsn-ü zan besleyenlere ise,
bu düşüncelerinin “karıştırmadan kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu”
söylemiştir:
“Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini (cemaatini) haklı olarak Hz. Mehdi telakki
ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin
de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden
(dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir
nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN,
BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma)
BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul değiller. Çünkİ zİyade hüsn-ü zan, eskiden berİ cereyan
edİyor ve İtİraz edİlmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü
zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i
itikadlarının (imanlarının faziletinin) bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden
onlara çok ilişmezdim... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201) (Emirdağ Lahikası, s.
248)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un şahsı manevisinin ve bu eserlerin
yazarı olarak kendisinin kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü,
ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir. Bir başka sözünde ise
bu düşünceye sahip olan kimselerin iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde
bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam
birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve Hz. İsa ile
birlikte İslam ahlakının dünyaya hakim kılınmasının kendisinde görünmediği
hususunu dikkate almadıklarını” söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i
Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan
ibaret olduğunu belirtmiştir:
... O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ,
RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya
(Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti
tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA
ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, bu sözüyle Hz. Mehdi'ye dair haber ve
işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu
benzetmenin Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu benzetmeyi yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki
büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate
vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm
Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Hz.
İsa ile birlikte Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den
sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine
getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek
Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını
ifade etmektedir. Nitekim bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu
düşüncenin gerçeği yansıttığını gösteren bir delil değildir. Nitekim
Bediüzzaman da risalelerinde bunu dile getirmiştir.
Bediüzzaman, Kendisine
Mehdilik
Zannında Bulunan Nur
Talebeleri’nin
Yanıldıklarını Nasıl
Açıklıyor?
Bazı ayat-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler) AHİR
ZAMANDA GELECEK
BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari
anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN VE CEMİYETİNİN ÜÇ
VAZİFESİNDEN en
ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı
kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek
vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam
yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ
NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya)
ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak
yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN
BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar).(Tılsımlar
Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi olacağından
bahsetmiş ve onun diğer müceddidlerden bu özellikleriyle ayırt edilebileceğini
hatırlatmıştır:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “AHİR ZAMANDA
GELECEK” ifadesini kullanmıştır. Eğer, Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın döneminde
veya daha önce gelmiş olsaydı, Bediüzzaman “gelecek” kelimesini değil,
“geldi” veya “gelmiş” gibi ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman burada çok
açık bir şekilde zaman bildirmiş ve Hz. Mehdi'nin “İLERİKİ BİR TARİHTE
GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Ve bu ifadeyi eserlerinde ısrarla
ve defalarca tekrarlamıştır. Bu, Hz. Mehdi'nin gelişinin Bediüzzaman'ın kendi
döneminde ya da öncesinde gerçekleşmemiş; ancak ahir zamanda gerçekleşmesi
beklenen bir olay olduğunu ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman burada “O gelecek zatın ve cemiyetinin”
ifadesini kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve “BU ZATIN CEMİYETİ”
iki ayrı kavramdır. Bediüzzaman “VE” kelimesini kullanarak bu ikisinin ayrı
şeyleri ifade ettiğini açıkça belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir şahsı manevi
olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini üstlenmiş olsaydı, Bediüzzaman
burada “O gelecek cemiyet” ya da “Mehdilik görevini üstlenecek cemiyet”
gibi bu konuyu netleştiren açık ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman hiçbir
itiraza yer bırakmayacak şekilde açıkça “O gelecek zat ve cemiyeti” sözlerini
kullanmış ve Hz. Mehdi'nin, kendisini izleyenlerden oluşan bir topluluğun
başında bulunan bir şahıs olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın vurguladığı bu
gerçek birkaç soru sorulduğunda da açıkça görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman
ahir zamanda gelecek bu şahsın tek başına mı olduğunu belirmiştir?
Hayır, Bediüzzaman Hz.
Mehdi'nin beraberinde bir cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman,
bahsettiği bu cemiyetin başında herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş midir?
Evet, Bediüzzaman bu
cemiyetin başında Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir. Bu
cemiyet, Bediüzzaman'ın “o gelecek zat” sözleriyle müjdelediği Hz.
Mehdi'nin yardımcılarının ve destekçilerinin oluşturduğu bir cemiyettir.
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisleri
doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir cemaati olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi'nin
yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını belirtmiştir. Ancak Hz.
Mehdi'nin bu hareketin önderi ve lideri olarak, bizzat bu topluluğun başında
bulunacağını da ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'ye tabi olan ve onun
tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi” olarak
adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi şu çok açık bir
gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı
maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında,
onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu
açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA
LİDERLİK EDEN TEK BİR ŞAHISTIR”.
HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE sözüyle Bediüzzaman yaygın olarak yapılan bir
yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair haber ve
işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu
yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini
belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz.Mehdi'nin iki
büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını
ifade etmektedir.
İslam birliğinin sağlanması ve Hz.
Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini
üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne
hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak
üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri
bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu
gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle
vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı
çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini
belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin
yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir
yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu
düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.
Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA”
kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “hatta” kelimesini
burada, “bundan daha da garip ve daha da acaip olanı” anlamında
kullanmıştır. Risale-i Nur’un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da
garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir
kez daha vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında
bulunulmasının “sürekli olarak devam eden bir iddia olmadığını”
kullandığı “BAZEN” kelimesiyle ifade etmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden
bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt edici bir özelliği olarak “ÇOK
GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ”ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin bu özelliği son
derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine
getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında
olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire” olarak ifade ettiği “küçük çaplı”
uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz.
Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini
hatırlatarak, Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının
yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği
görevler konusunda “ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME” yani “DÜNYA
ÇAPINDA” bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz.
Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını
açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine
getirilmesi, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve
onu tüm insanlara tanıtacaktır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin dünya çapında gerçekleşecek olan
ikinci (İslam Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak )
görevlerinin, onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri olduğunu hatırlatmıştır.
Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi’dir.
Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu
durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu
değildir.
Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle,
İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların
tümüyle çelişecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada
bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin
yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini
hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak
bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir.
Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA ALMAMIŞLAR” ifadesiyle, kendisini veya
Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını
ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.
“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ
EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de
bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden
(dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi
mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz.
Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR
SEHİVDİR (hatadır yanılmadır)... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
Bediüzzaman, Risale-i Nur’un ve bu eserin yazarı olarak
kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve
karıştırma olduğunu belirtmiştir:
Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK” deyimini, Risale-i
Nur cemaati’nin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu vurgulamak için değil,
böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur görülmesi gereken bir hata
olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden, bu mana
kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki satırlarda açıklanan sözlerinde
de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine getireceği iki büyük
görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI BİR
GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i
Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR
ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme” kelimesi gerçeklik değil,
bir yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir.
Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan iman
hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz.
Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam
dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın
kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan
dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca
bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek
burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini,
kendisinin onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak
kabul edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu ifade etmiştir. “İltibas”
kelimesinin anlamı “BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE
KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine
karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır.
Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin “zannedildiğini”;
ancak gerçekte bu “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu
belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin
üç temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından
kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca
gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin görevlerinden bir tanesi
yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da dahil olmak üzere “üç görev, hiçbir
müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”. Dolayısıyla tarihte
Mehdilik konusunda bunun gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin, hepsini birarada ve
dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu Mehdilik
iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir
şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan bu benzetmede de aynı
durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in
hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine
dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma”
yapıldığını belirtmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i
Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV” olduğunu
söylemiştir. “SEHİV”in kelime anlamı “HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır. (Yeni
Lugat, sf. 617) Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin
verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle yetinmemekte,
cümlesinin devamında bunun bir “sehiv” yani “hata” olacağını da
ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman
kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında
herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata” olarak
nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler
kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın bu konudaki
kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya
koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği
görüşünü kabul etmemektedir.
BAZI NUR TALEBELERİNİN BEDİÜZZAMAN’I MEHDİ
ZANNETMELERİNİ ÜSTAD BİR İLTİBAS (Yanlışlık-Karışıklık)
ve BİR SEHİV (Hata, Yanlış, Yanılma) OLARAK NİTELEMEKTEDİR
Üçüncü Vazifesi: ... O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman
edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA veİTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE (İslam
birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve
velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in
soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN
MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen
fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA
ÇALIŞIR. RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ
TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı
manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin)
tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden
bir nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN,
BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) ONA VERİYORLAR. Gerçi bu, BİR
İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)... (Emirdağ
Lahikası, 266)
Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve
itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir
nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir
tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. Hattâ eski evliyaların
bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhirzamanın hidayet
edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır. Demek iki
noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır:
Birincisi : Ahirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında
birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve
ittihad-ı İslâm, avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o
birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici
bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat her biri üç vazifeden
birisini bir cihetle yapması itibarıyla, âhirzamanın büyük Mehdisi ünvanını
almamışlar.
İkincisi : Ahirzamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacak.
Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (R.A.) bir veled-i manevisi hükmündeyim. Ondan
hakikat dersi aldım. Âl-i Muhammed (A.S.M.) bir manada hakiki Nur Şakirdlerine
şamil olmasından, ben de Âl-i Beyt'ten sayılabilirim. Fakat Nur'un mesleğinde
hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref
kazanmak olmaz. Nur'da ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse
bırakmağa kendimi mecbur bilirim. (Emirdağ Lahikası, 248)
"Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller
bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacaktır. (Emirdağ Lahikası, 249) Bazı ayet-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i
şerife (hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en
büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O
GELECEK ZATIN VE CEMİYETİNİN ÜÇ VAZİFESİNDEN
en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı
kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek
vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam
yaptıklarından; O GELECEK ZAT dair HABERLERİ VE
İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA
TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının
esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK
GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz
önünde bulundurmamışlar). Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur’dan
istifade cihetinde faidelidir, zarasızdır; fakat Nur’un mesleğindeki ihlasa
ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar
verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin
tenkidine ve hücumuna vesile olabilir. (Tılsımlar Mecmuası, 168)
BEDİÜZZAMAN’IN
YUKARIDAKİ İZAHLARINA GÖRE;
Nur Talebeleri Bediüzzaman'ı Neden Mehdi Zannetmektedirler?
- Hz.
Mehdi'nin üç büyük vazifesinden ilki olan imanı kurtarmak konusunu Risale-i
Nur'da gördüklerinden dolayı,
- Hz.
Mehdi'nin ikinci ve üçüncü önemli vazifeleri olan, İslam Birliği'nin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların
liderliğini üstlenmesi ile Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran
ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması vazifelerinin iman vazifesine göre ikinci
ve üçüncü derecede görüp değerlendirmeye almadıklarından dolayı.
Bediüzzaman'a Mehdilik Hüsn-ü Zannı Yeni Bir Konu Mudur ve
Neden Süregelmektedir?
- Said
Nursi kendisine gereğinden fazla olan bu hüsn-ü zannın çok eskiden beri
sürdüğünü ve buna itiraz edilmediğini söylemektedir. Bu konuya itiraz
edilmediğinden ve Bediüzzaman'ın da talebelerinin şevkini kırmamak için onlara
pek fazla bir şey söylememesinden dolayı bu zan süregelmektedir.
Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve
itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir
nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir
tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. (Emirdağ Lahikası, 248)
Bediüzzaman Talebelerinin Bu Hüsn-ü Zanlarına Neden Çok
Karışmamıştır?
- Bunu
bir dua ve temenni olarak addettiğinden,
- Talebelerinin
Risale-i Nur'dan istifade etmelerine bu zannı faydalı görüp, zararlı
görmediğinden dolayı.
Bediüzzaman Kendisine Yapılan Mehdilik Hüsn-ü Zannını Nasıl
Değerlendiriyor?
- Bu
düşüncenin bir İLTİBAS ve bir SEHİV olduğu şeklinde
değerlendirmektedir.
İLTİBAS: Birbirine
benzeyen şeyleri şaşırıp, birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık SEHV:
Hata, yanlış, yanılma.
Bediüzzaman bu Hüsn-ü Zannın Yanlışlığını Neyle
Açıklamaktadır?
- Ahirzaman
Mehdisinin üç büyük vazifesinin olduğunu, kendisi dahil, şimdiye kadar gelen müceddidlerin
bu 3 vazifeden sadece 1'ini bir yönüyle yerine getirdiklerini, dolayısıyla bu
üç vazifeyi yapmamış olanın Mehdi olamayacağını ifade etmiştir.
- Mehdi’nin
Al-i Beyt’ten (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan) olacağının bildirilmiş
olması ama kendisini nesil olarak seyyid bilmediğini açıklamıştır. (Emirdağ
Lahikası, 249)
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM.Bu
zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT'TEN
(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ Lahikası,
s. 249)
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden
biri de, “seyyİd” yani
Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit
kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz.
Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)'in
soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını
belirtmiştir:
Bediüzzaman seyyid değildir ve, seyyid olmamasının,
kendisinin Mehdi olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir.
Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu
öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının
nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır, ben Mehdi değilim”
diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira
Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve “ben seyyid
değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi
için hiçbir sebep yoktur. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik
değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar
için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir
şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in soyundan
olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru
sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman bizzat
kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini hatırlatarak “seyyid olan
bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını”
belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler,
ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve
Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in
hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir
nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim
diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın,
seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun
yanı sıra her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz
konusu değildir. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır.
Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu
gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek
eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da dememiştir. Tam
aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz
faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde
henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN OLACAKTIR” sözleriyle Hz.
Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyid bir kimse olacağını
belirtmiştir. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli bölümlerinde Hz. Mehdi'nin bu
özelliğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, belirli
bir soydan gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu vurgulamıştır.
Peygamberimiz (sav)'in de Hz. Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği çok sayıda
hadisi vardır. Bir şahsı manevinin peygamber soyundan gelmesi elbette ki söz
konusu değildir. Ayrıca böyle bir düşünce hem Peygamberimiz (sav)'in
hadisleriyle hem de Bediüzzaman'ın sözleriyle çok açık bir şekilde
çelişmektedir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ
(SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD
GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan)
YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI
ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim
kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak
bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi
birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık
kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine
dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini
bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri 14. yy’ın başında
geleceğini ve 14. ve 15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş
olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz. Mehdi'nin
hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç
vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan “bir nevi Mehdi ve
müceddid görevi üstlendiklerini” söylemiştir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda
bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK
MEHDİ” olacağını ve bu özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini
belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi
de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi'nin üç
büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın
beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi mehdi” olarak nitelendirerek
ifade etmiştir.
Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ” ifadesiyle Hz.
Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi gerçek kişilikler
olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir. Bu açıklamada
bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer şahıs oldukları
kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını
belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahsı manevi olacağı düşüncesi elbette ki
çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm
müceddidlerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey söz
konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki
özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir zamanda “BİR
ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği
üç görevi birden yerine getirecektir.
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu
belirtmiştir. Bunlardan birincisini, “sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini ise
ahir zamanda gelecek olan “BÜYÜK MEHDİ” olarak adlandırmıştır.
Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları
ondan başka kimsenin yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli
görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK MEHDİ” demiştir.
Bediüzzaman eserlerinde, kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen,
sabık Mehdiler olarak adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine
getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman
eserlerinde ayrıca söz konusu kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının
bir diğer sebebinin ise, bu kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde
belirttiği özelliklere uymamaları olduğunu bildirmiştir.
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT
CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine
engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün)
GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ
NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun nurani cemaatini) TEMSİL
EDEN HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA
EDEBİLİR (bir araya gelebilir, toplanabilir) (Sikke-i Tasdik-i
Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu
belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en
önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi
yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin
gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine
getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en
önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu
belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist
felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak
susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam
birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in
sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir
zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir.
Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden
olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET
MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden
sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir.
Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki
asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin,
ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine
getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİSİ”
ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN”
yerine getireceğini hatırlattığı bu sözüyle bu konunun önemini bir kez daha
hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin
bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini belirterek Hz. Mehdi'nin o dönemde
henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı
dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç
görevi birden mükemmel bir biçimde, hakkıyla ve biri diğerine mani olmadan,
zarar vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak başarabilecek bir şahıs ya da
cemaat bulunmadığını belirtmektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü
olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR”
sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya
çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı
dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman
ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini
yerine getireceğini bildirmektedir.
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde
bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan
gelen bir kimse” olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını”
belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık
getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN”
sözleriyle Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına
dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini
hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda
gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada
kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir başkasının bu görevleri
başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir.
Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir
etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri
Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu
başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı
devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK
BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam
alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri
devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi,
yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD (doğru
yolu gösteren kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine
bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I
NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ
BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR.
Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök
arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin
fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin
numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ
ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ
İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR.
VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde
Allah’ın insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in
soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu
zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran özellikleri anlatmıştır:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara
din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda
bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000.
Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779)
yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu
mübarek insan ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra,
Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960)
yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz
sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle
kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra geleceğini
-tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki
"müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu
sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK
MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD" dini
hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de
ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu
vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın
kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne
uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme
vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da
onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu
önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği
hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve
müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu
da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve
hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi
olarak, kendisinin de “tüm mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir.
Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir.
Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük müceddid ve müçtehid” olduğunu
söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten
günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam
tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül
Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
... MEHDİ, DİNİ
PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ
KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci,
Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde
Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır.
İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ
KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye,
s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir.
Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam
Şafi’yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle
ifade etmiştir:
“Evvelâ: Ben
Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
“... hem hususî
Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük
Tarihçe-i Hayat, s. 206)
“Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ
Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm
mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu
özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını
açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahıs
olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur. Bediüzzaman
Hz. Mehdi'nin aynı zamanda hem “BİR MÜCEDDİD” hem de “BİR MÜÇTEHİD”
olacağını söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun olarak “dini devrin
ihtiyaçlarına göre açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden hüküm
çıkarabilmesi, bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR
İNSAN” olması gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama yapabilmesi,
hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” mümkün değildir.
Bediüzzaman da bu özelliklerini vurgulayarak “HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS
OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den
sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid bir şahsı
manevi olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun
olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası,
rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran,
hidayet rehberi olabilecek “BİRER İNSAN” olarak gelmişlerdir. Örneğin
Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler yaşadıkları yüzyıllarda
birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Bediüzzaman’ın da dikkat
çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle bu adetullaha
uygun olarak müceddid ve müçtehid sıfatlarını taşıyabilecek “BİR ŞAHIS”
olarak gelecektir.
Bediüzzaman’ın kullandığı “HAKİM” kelimesinin sözlük
anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden, idare
eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği
görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını
birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu
görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada belirttiği
“HAKİM”lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve
Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz.
Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun adil hükümleri ve
yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana
kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz.
Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK
VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE” dikkat çekmiştir.
Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi “hakim”
olacaktır; hükmeden yani adaleti sağlayan mekanizmanın başında olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi ise, hayatının 28 yılını “mahkum” olarak büyük
fedakarlıklarla geçirmiş, “hakim” konumda olmamıştır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir
şahsı manevi olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık getirmiştir. Bir
şahsı manevinin “hakimlik” sıfatını taşıması, Müslümanların liderliğini
üstlenerek adalet konusunda hüküm verebilmesi, bir topluluğu idare edebilmesi
hiç şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir insanın sahip olabileceği
özelliklerdir. Yine bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan kullanarak
yerine getirilebilecek sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin ise bu özelliklerin
hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla Müslümanları
yönetemeyeceği son derece açık bir gerçektir. Bediüzzaman da sözlerinde bu
gerçeği açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu
açıklamıştır.
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında, tüm
insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek zatın ayrıca “MEHDİ”
vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYETE
EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamlarındadır. Mehdi sıfatı,
özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah’ın kendisine yol
gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de
ismini bu özelliğinden almaktadır. Bir şahsı manevinin “Mehdi vasfını taşıması”
ise hiçbir şekilde söz konusu değildir. Allah’tan bir lütuf olarak verilen “HİDAYET
BULMA” özelliğinin “BİR İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir şahsı
manevinin “hidayet bulma” ve “insanların hidayetlerine vesile olma” özellikleri
olamaz. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin “MEHDİ”
vasfını belirterek, onun “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha
vurgulamıştır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı
bu sözünde onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem de “KUTB-U AZAM”
olacağını bildirmiştir. “MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE”
anlamına gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi ise “MÜSLÜMANLARIN
KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ”
anlamındadır. Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir zamanın en büyük fesadı
zamanında” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan
ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din
ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini
bildirmiştir. Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük
yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar,
anlamlarından da anlaşılacağı gibi “TEK BİR KİŞİ”ye ait olacak
özelliklerdir. Bir şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u azam” olması
düşünülemez. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde “tüm
Müslümanların kendisine bağlandığı en büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu
gösteren en büyük mürşidi olan BİR ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin “BİR ZAT-I NURANİ”
olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi
olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “bir
şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için “BİR
ZAT” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca “NURANİ” kelimesiyle de bu
mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun “NURLU BİR ŞAHIS”
olduğunu belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU” olmasından söz
edebilmek mümkün değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir.
Bediüzzaman da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin bir şahsı
manevi olmadığını, mübarek “BİR İNSAN” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “iki zat” ya da “üç zat” gibi
ifadelere yer vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle Hz.
Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir.
Bediüzzaman bunun yanı sıra bu sözündeki “GÖNDERECEK”
ifadesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin Allah’ın izniyle kesin olarak
gerçekleşeceğini umduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda
Hz. Mehdi'nin gelişinin geçmişte ya da kendi döneminde henüz gerçekleşmemiş
olduğunu da belirtmektedir. Eğer böyle bir kanaati olsaydı hiç kuşkusuz ki
Bediüzzaman “Cenab-ı Hak... gönderdi” ya da “göndermiş” gibi, geçmiş zamanı
ifade eden bir fiil kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu ifadelerin hiçbirine yer
vermemiş ve gelecek zamana işaret ederek Rabbimiz'in Hz. Mehdi'yi kendisinden “İLERİDEKİ
BİR ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ” bildirmiştir.
Bediüzzaman “HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN
GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI” belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu
konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahsı manevinin,
peygamber soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu
özelliğini hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen “BİR İNSAN”
olacağını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez
kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi
geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat
çekmiştir.
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, Hz.
Mehdi ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir.
Rabbimiz'in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde
doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar
mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış
fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu
hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini
mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz. Mehdi Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya
kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla
tüm dünya çapında etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın gözleri önünde
gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, ne de daha önce
gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam etmekteydi; komünizm
dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara yapılan zulüm ise tüm dünyanın
gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın tarihe kadar Bosna'da, günümüzde
hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha dünyanın birçok yerinde
Müslümanların en temel haklarının bile elinden alındığı, haksız yere
öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm ve esaretin
ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta Bediüzzaman'ın
bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının çok büyük bir bölümünü zulüm ve
esaret altında geçirmiştir. Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği gibi, İslam
dünyasının üzerindeki bu zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz. Mehdi olacağını
belirtmiştir. Kendisinin böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu görevi yerine
getirecek olanın Hz. Mehdi olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman Eserlerinde,
Kendisinin “Son Müceddid”
Ve “Mehdi” Olmadığını
Delilleriyle Birlikte
Açıklamıştır
RİSALE-İ NUR’UN GELECEK ASIRLARA IŞIK
TUTAN BİR ESER OLMASI, BEDİÜZZAMAN’IN SON
MÜCEDDİD YA DA MEHDİ OLDUĞUNU GÖSTEREN BİR DELİL
DEĞİLDİR; TÜM İSLAM ALİMLERİNİN ESERLERİ
GELECEK ASIRLARI AYDINLATMAKTADIR
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur
Külliyatı’nda, sahih hadislerle bildirilen Hz. Mehdi'nin çıkışı ve İslam
ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusuna geniş yer vermiştir. Bediüzzaman bu
açıklamalarında kendisinin Mehdi olmadığını da açıkça ifade etmiştir. Mehdiyet
konusunda kendisine hüsn-ü zan besleyen kimselere “kendisinin Hz. Mehdi
olmadığını” (Emirdağ Lahikası, s. 266), “Hz. Mehdi'nin yalnızca
bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lahikası, s. 162), “eserleri
ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 189), “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra
geleceğini” (Kastamonu Lahikası, s. 57) belirterek bu konuya açıklık
kazandırmıştır.
Ancak Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu hiçbir şüphe
bırakmayacak şekilde, delilleriyle birlikte açıkladığı halde, Bediüzzaman'ın “...Bu
hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat Risale-i Nur’u bir
programı olarak neşr ve tatbik edecek (yazma ve dağıtma yoluyla
yayacak ve uygulayacak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) sözleri
doğrultusunda “Hz. Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendisine bir program
yapmasının, Bediüzzaman'ın “son müceddid” olduğunu gösterdiği” şeklinde
bazı yanlış fikirler öne sürülmektedir. Bediüzzaman'ın “Risale-i Nur, bu
asrı ve gelecek asırları tenvir edecek (aydınlatacak, nurlandıracak)
olan bir mucize-i Kur'âniyedir (Kuran mucizesidir)." (Tarihçe-i
Hayat, s. 463) sözleri de bu doğrultuda yanlış şekillerde yorumlanmakta; “Risale-i
Nur’un gelecek asırlara yol gösterici özellikte olmasının, Bediüzzaman'ın Mehdi
olabileceğinin işareti olduğu” dile getirilmektedir. Oysa ki “Hz.
Mehdi'nin görevlerini yerine getirirken Risale-i Nur’dan istifade etmesi,
Bediüzzaman'ın ya da Risale-i Nur’un Mehdiyet görevini üstlenmiş olduğunun bir
göstergesi değildir.”
Bediüzzaman'ın kaleme aldığı, hem çok derin bir Kuran
tefsiri, hem de materyalist felsefeyi reddeden ve iman hakikatlerini en iyi
şekilde ortaya koyan çok önemli bir eser olan Risale-i Nur Külliyatı, yüzlerce
insanın iman etmesine, Allah’a yakınlaşmasına ve doğru yolu görmesine vesile
olmuştur. Bediüzzaman, samimi ve hikmetli üslubuyla ahiret, kader, iman gibi
birçok konuyu ülfet kırıcı ve düşündürücü bir üslupla anlatmış ve bu yolla
yaratılış hakikatlerinin, akıllara ve vicdanlara yerleşmesine vesile olmuştur.
Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri Müslümanlara yol gösterici bu
nitelikleriyle son derece önemlidir.
Hz. Mehdi, görevlerini yerine getirirken hak kitabımız Kuran
Kerim-i ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerini kendisine rehber edinecektir.
Ancak bunun yanı sıra, Peygamberimiz (sav)'den bu yana gelmiş geçmiş tüm büyük
İslam alimlerinin, bugüne kadar yaşamış olan müceddidlerin eserlerinden ve
fikirlerinden istifade edecektir. İmam Gazali, İmam Rabbani, Mevlana Halid,
İmam Suyuti, Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük İslam alimleri arkalarında
Müslümanlara yol gösterici nitelikte önemli eserler bırakmışlardır. Hz. Mehdi,
Risale-i Nur Külliyatı’ndan olduğu kadar, bu değerli mütefekkirlerin
çalışmalarından da aynı şekilde faydalanacaktır. Bu eserlerin her biri Risale-i
Nur Külliyatı gibi gelecek asırları tenvir edecek yani Müslümanlara ışık
tutacak, yol gösterecek eserlerdir. Hz. Mehdi geldiğinde tüm bu eserlerin
yürürlükten kalkması için hiçbir sebep yoktur. Elbette ki Müslümanlığın
esasları hakkında derin tefekkürler içeren tüm bu eserlerden istifade
edilecektir. Ancak “Hz. Mehdi'nin, İmam Gazali’nin, İmam Rabbani’nin ya da
Mevlana Halid’in eserlerinden istifade etmesi bu İslam alimlerinin son müceddid
ya da Mehdi olduklarını nasıl göstermez ise, Risale-i Nur Külliyatı’ndan
istifade etmesi de Bediüzzaman'ın son müceddid olduğunu gösteren bir delil
değildir”.
Hz. Mehdi olmak ayrı, bir eserin gelecek nesillere ışık
tutması, yol göstermesi ayrı bir konudur. Nitekim Hz. Mehdi görevlerini yerine
getirirken, dünyadaki tüm bilimsel eserlerden; biyoloji ya da felsefe üzerine
hazırlanmış çalışmalardan da faydalanacaktır. Ya da Materyalizmin
geçersizliğini ortaya koyarken materyalist felsefe aleyhinde yazılmış bilimsel
çalışmaları veya Darwinizm ile ilgili eserleri de kullanacaktır. Hz. Mehdi'nin
bu bilimsel eserlerden faydalanması da herhangi bir şeyin göstergesi değildir.
Önemli olan Hz. Mehdi'nin dünya çapında yapacağı icraatlardır.
Bir şahsın Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilmek için, bu
şahsın herşeyden önce Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirtilen
özelliklere uyması ve yerine getireceği bildirilen görevleri yerine getirmesi
gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman gibi büyük
İslam alimlerinin eserlerinde Hz. Mehdi ortaya çıktığında gerçekleşmiş olması
gereken pek çok alemet sayılmaktadır. Hz. Mehdi'nin soyu, fiziksel özellikleri,
icraatları yüzlerce sahih hadis ile bildirilmiştir. Hz. Mehdi ortaya çıktığında
tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni kuracak, Hıristiyan dünyasıyla
ittifak yapacak, Hz. İsa'yla buluşacak ve birlikte namaz kılacak, Hz. İsa'yla
beraber İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bu özellikleri taşımayan
ve bu büyük görevlerin hepsini birarada yerine getirmemiş bir şahsın Hz. Mehdi
olmasından bahsedebilmek mümkün değildir. Bediüzzaman da yaşadığı yüzyılın
kutbu olarak çok büyük bir iman hizmeti vermiştir ancak bu görevleri yerine
getirmemiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi olduğundan bahsedebilmek söz konusu
değildir. Nitekim kendisi de eserlerinde bunu çok açık bir şekilde ifade
etmiştir.
BEDİÜZZAMAN, RİSALE-İ NUR’UN
HZ. MEHDİ’NİN “BİRİNCİ VAZİFESİNE
BAZI CİHETLERDE YALNIZCA ÖNCÜLÜK
ETTİĞİNİ” BELİRTMİŞTİR;
HZ. MEHDİ’NİN BU ESERLERDEN İSTİFADE
ETMESİ BEDİÜZZAMAN’IN MEHDİ
OLDUĞUNUN BİR GÖSTERGESİ DEĞİLDİR
Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlığı): Fâni (geçici) ve
çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzI
cİhetlerle (yönleriyle) bİrİncİ
vazİfede pİŞdarlIk (öncülük) eden Nur Şâkirdlerinin
(talebelerinin) şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar.
Halbuki bu iki iltibas (yanlışlık, karıştırma) da Risale-i Nurun hakikî
ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına
bir cihette (yönden) zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de (siyaset
ehlini de) evhama (kuruntuya, vehime, olmayan bir şeyi olur zannı ile
endişeye) düşürüp Risale-i Nur’un neşrine (yayınlanmasına,
dağıtılmasına, duyurulmasına) zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevi zamanı
olduğu için, böyle büyük ve bâki (ebedi) hakikatlar, fâni (geçici)
ve âciz ve sukut edebilir (kusur işleyebilen) şahsiyetlere bina edilmez.
Bediüzzaman Nur talebelerinin Mehdilik konusunda kendisine
hüsn-ü zan beslediklerini ancak bunun, “karıştırmadan kaynaklanan bir
yanlışlık olduğunu” dile getirmektedir. Bu sebeple de kendisi için, “bu
şekilde söylemeyin; böyle bir Mehdilik iddiasında bulunmayın” demektedir.
Bediüzzaman böyle yanlış bir hüsn-ü zanda bulunulmasının Mehdiyet konusunda “yanlış
bir zan” oluşmasına ve böylece iman ehlinin yanlış yönlendirilmesine neden
olacağını; sonuçta da bu durumun, Müslümanların gerçek Hz. Mehdi'yi fark
etmelerine engel olabileceğini söylemektedir.
Dikkat edilirse Bediüzzaman bu sözlerinde ne kendisinin ne de
Nur şakirtlerinin, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesini yerine getirdiklerini
söylememektedir. Kendisinin “Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman
hakikatleri konusunda Hz. Mehdİ'ye
sadece öncülük ettİĞİnİ ve bunu
da yalnIzca “bazI cİhetlerde (yönlerde)” yerİne
getİrdİĞİnİ” ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin birinci
vazifesi olan materyalist felsefenin “TÜM DÜNYADA VE tam anlamIyla etkİsİz hale getİrİlEREK YIKILMASI”nın
ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde
gerçekleştirileceğini belirtmektedir (Emirdağ Lahikası, 259).
Önceki satırlarda da açıklandığı gibi Hz. Mehdi'ye birinci
vazifesinde öncülük edecek olan bu çalışmalar, Hz. Mehdi'nin yararlanacağı pek
çok ilmi eserden biri olacaktır. Ancak nasıl ki İslam alimlerinin
eserlerinden, bilimsel ya da felsefi çalışmalardan istifade etmesi, bu
çalışmaların Mehdilik görevini üstlendiğinin bir delili değilse, “Hz.
Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendine bir program yapması ve bunlardan yararlanması
da bu eserlerin Mehdiyet görevini gördüğünün bir ifadesi değildir”.
BEDİÜZZAMAN’IN NEDEN MEHDİ
OLAMAYACAĞINI YÜZLERCE SAYFA BOYUNCA
DELİLLERİYLE BİRLİKTE AÇIKLAMIŞ OLMASI,
“BEN MEHDİ DEĞİLİM” SÖZLERİNİ
“USULEN” SÖYLEMEDİĞİNİ AÇIKÇA
ORTAYA KOYMAKTADIR
Yaşadığı dönemde yakın çevresinde Bediüzzaman'a Hz. Mehdi
olup olmadığı yönünde sorular yöneltilmiştir. Bediüzzaman kendisine sorulan bu
soruya “Hayır, ben Mehdi değilim” diyerek cevap vermiş, ancak bunun yanında
yüzlerce sayfa boyunca neden Mehdi olamayacağını gerekçeleriyle birlikte
delillendirerek açıklamıştır. Açıktır ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsaydı, sadece
“ben Mehdi değilim” derdi ve böylece konu kapanırdı. Aksini ispatlamak için
yüzlerce sayfa boyunca uzun uzun açıklama yapmaya hiçbir şekilde ihtiyaç duymazdı.
Onu böyle detaylı bir açıklamaya yapmaya ne zorlayabilirdi ki? Peygamberimiz
(sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin “Mehdilik iddiasıyla ortaya çıkmayacağı”
belirtilmiştir. Ancak böyle bir şeyin gizlenmesi gerekiyorsa, bunun için sadece
tek bir cümle ile “ben Mehdi değilim” demek yeterlidir. Bu sözler neden ikna
edici olmasın; reddetmek için uzun uzun yüzlerce sayfa yalan söylenmesine neden
gerek olsun? Nitekim İmam Rabbani, Mevlana Halid gibi tarih boyunca yaşamış
olan birçok İslam alimine ve müceddide Hz. Mehdi olup olmadıkları sorulduğunda,
bu kişiler de “Ben Mehdi değilim” demişlerdir. Eserlerinde de Peygamberimiz
(sav)’in hadisleri doğrultusunda ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin özellikleri
detaylı olarak anlatmışlardır.
Ancak Hz. Mehdi geldiğinde, ona da böyle bir soru
yöneltildiğinde “ben Mehdilik iddiasında bulunmuyorum” diyecektir. Ama yüzlerce
sayfa boyunca açıklama yapıp bunun aksini ispatlamaya da çalışmayacaktır. Hz.
Mehdi seyyid olacak, ancak, “ben seyyid değilim, Hz. Mehdi şu özelliklere sahip
olacak, şu görevleri yerine getirecek ben bu özellikleri taşımıyorum” gibi
izahlar yapmayacaktır.
Ama eğer bu durumu açıklayabilmek için, “ben Hz. Mehdi
değilim” denmesi yeterli değildir, yüzlerce sayfa yalan söylenmesi gerekiyor”
deniyorsa, bunun mantığının da açıklanması gerekir. Bediüzzaman'ın
risalelerdeki “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra geleceği, kendisinin
Hz. Mehdi'nin sadece bir eri, neferi ve öncüsü olduğu, yaptığı çalışmalarla Hz.
Mehdi'nin hizmetleri için zemin hazırladığı, Hz. Mehdi'nin üç büyük vazifesini
birarada yerine getirmesiyle tanınacağını, kendisinin ise bunu
gerçekleştirmediği” yönündeki yüzlerce sayfa açıklamalarının tümünün yalnızca
“Mehdiliğini kabul etmemek için usulen söylenmiş sözler” olduğunu iddia etmenin
hiçbir mantığı yoktur. Bediüzzaman gibi büyük bir İslam aliminin, ‘sırf
usulen söylenmiş olması için’ yüzlerce sayfa boyunca tüm İslam ümmetini
aldatacak izahlara yer vermesi, üstelik de tüm bunları Peygamberimiz (sav)'in
sahih hadislerine dayandırması hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Bediüzzaman'ın Mehdiliğini kabul etmemek için yüzlerce sayfa boyunca yalan
söylediğini ve Müslümanları yanlış bilgilendirdiğini iddia etmek, çok açıktır
ki, derin bir Allah korkusuna ve güçlü bir imana sahip böyle değerli bir İslam
alimine karşı çok büyük bir bühtan ve iftira olur. Vefatından yıllar sonra
böyle bir iddia ile ortaya çıkılması ise, her ne kadar iyilik adına ve
Bediüzzaman’a duyulan sevgi adına da yapılmış olsa, vicdanen hiçbir şekilde
kabul edilemez. Bu nedenle Bediüzzaman'ın Mehdiyet konusundaki gerçek
düşüncelerinin tam anlamıyla ortaya konmasında fayda vardır.
Bu kitap boyunca yer verilen, Bediüzzaman'ın eserlerinde
yüzlerce sayfa boyunca anlattığı Mehdiyet konusuyla ilgili tüm izahları,
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle birlikte ortaya koymaktadır.
Bu gerçeğin anlaşılması için Bediüzzaman'ın bu konuda verdiği delillerden
bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Bediüzzaman
“Hz. Mehdi'nin seyyid olacağını; kendisinin ise seyyid değil Kürt olduğunu”
(Emirdağ Lâhikası, s. 266), (Tenvir, Şualar, s. 365) (Münazarat,
s.84; Tarihçe-i Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları,
s.18);
2.
“kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lâhikası, s. 162);
3.
“eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189);
4. “Hz.
Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden bir yüz yıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lâhikası, s. 57);
5. “Hz.
Mehdi geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 172)
6.
“kendisinin ve Risale-i Nur’un Mehdi sanılmasının bir hata ve karıştırma
olduğunu” (Emirdağ Lahikası, s. 266) açıklayarak
Mehdi olmadığını ifade etmiştir.
7. “Hz.
Mehdi'nin siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada
yerine getireceğini” (Şualar,
s. 456), (Şualar, s. 590), (Emirdağ Lahikası, s. 259-260) belirtmiştir;
ancak kendisi bu üç görevi birarada yerine getirmemiştir.
8.
“Hz. Mehdi'nin “materyalizm, ateizm ve Darwinizm gibi temeli Allah’ı inkar etme
üzerine kurulmuş olan dinsiz akımları “tam anlamıyla” etkisiz hale
getirerek insanların imanını kurtaracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), (Emirdağ Lahikası, s. 259) belirtmiştir; ancak bu dinsiz akımların ortadan
kalkması Bediüzzaman hayattayken “tam anlamıyla” gerçekleşmemiştir.
9. “Hz.
Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri”
ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), açıklamıştır; ancak kendisi tüm
inananların halifesi (manevi lideri) vasfını taşımamıştır.
10.
“Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya barış, adalet ve hakkaniyet getireceğini ve İslam
alemi üzerindeki zulmü kaldıracağını” (Emirdağ Lahikası, s. 259), (Mektubat, s. 411-412), (Mektubat, s. 440), (Şualar, s. 456) belirtmiştir;
ancak bu durum Bediüzzaman hayattayken gerçekleşmemiştir.
11.
“Hz. Mehdi'nin ‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını
taşıyacağını” (Tılsımlar Mecmuası,
s. 168) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman bu ünvana sahip
olmamıştır.
12.
“Hz. Mehdi'nin tüm mezhepleri kaldıracağını ve “en büyük müçtehid” (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran
büyük İslam alimi ve önderi)
olarak içtihad yapacağını (Tılsımlar
Mecmuası, s. 168), (Mektubat, s. 411-412) belirtmiştir; ancak
Bediüzzaman mezhepleri kaldırmamış, Şafi mezhebine uymuştur. (Emirdağ
Lahikası, s. 38), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.202), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.
206) (Emirdağ Lahikası, s.573)
13. “Hz.
Mehdi'nin İslam Birliği’ni sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm
dünya Müslümanlarını tek bir çatı altında toplayarak İslam Birliği’ni
oluşturmamıştır.
14.
“Hz. Mehdi'nin, tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen
seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) açıklamıştır; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde böyle geniş bir kesimin
desteğini almamıştır.
15.
“Hz. Mehdi'nin “üç büyük vazifesini” yerine getirirken çok büyük bir maddi güç
ve hakimiyet sahibi olacağını” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, sf. 9) belirtmiştir;
ancak Bediüzzaman böyle büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyet elde etmemiştir.
16.
“Hz. Mehdi'nin Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman böyle
bir ittifakı gerçekleştirmemiştir.
17.
“Hz. Mehdi'nin Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı süre
içerisinde Hz. İsa'yla birlikte olmamış ve birlikte namaz kılmamıştır.
18. “Hz.
Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru
yola sevk edeceğini” (Sikke-i
Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) söylemiştir; ancak İslam ahlakının dünya hakimiyeti de Bediüzzaman
hayattayken gerçekleşmemiştir.
19. “Hz.
Mehdi'nin, Hz. İsa ile birlikte Süfyaniyet ve Deccaliyet’in fikir sistemini
etkisiz hale getireceklerini” açıklamıştır; ancak Bediüzzaman Hz. İsa ile
biraraya gelmemiş ve bu fikir sistemleri etkisiz hale getirilmemiştir.
BEDİÜZZAMAN’IN SÖZLERİ AÇIKTIR;
TÜM BUNLARIN “BATINİ TEFSİR” ADI ALTINDA
FARKLI ŞEKİLLERDE YORUMLANMASI
GEREKTİĞİ MANTIĞI, BEDİÜZZAMAN’IN
İZAHLARIYLA ÇELİŞMEKTEDİR
Bir kimsenin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedebilmek için
Bediüzzaman'ın yukarıda sayılan sözlerindeki tüm özelliklerin “tek bir
şahıs” üzerinde görülmesi gerekmektedir. Bediüzzaman hayatını İslam
ahlakının tebliğine adamış, bu doğrultuda çok büyük ve şerefli bir mücadele
vermiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu özelliklerine sahip olmamış, dünya çapında
yerine getireceği görevleri yerine getirmemiştir.
Bediüzzaman'ın sözleri ve Hz. Mehdi'ye dair henüz
gerçekleşmemiş alametler, Bediüzzaman'ın Mehdi olmadığını açıkça ortaya
koymaktadır. Ancak bu gerçek, zaman zaman çeşitli şekillerde tevil edilmeye
çalışılmakta; Bediüzzaman'ın sözlerine gerçek anlamlarının dışında birtakım
yorumlar eklenerek farklı düşünceler gündeme getirilebilmektedir. Hatta bu
bakış açısı öyle bir dereceye gelebilmektedir ki, Bediüzzaman'a büyük bir sevgi
ve saygı duyan kimseler dahi, Bediüzzaman’ın söylediklerinin anlaşılabilmesi
için “risalelerdeki sözlerinin yeterli olmayacağını” öne
sürebilmektedirler. Bu sözleri, yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü
olan, özel yeteneklere ve hislere sahip bazı özel kişilerin “batıni tefsir”
yaparak anlayabileceğini savunmaktadırlar. Oysa bu gibi iddialar, böylesine
değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale getirecek
son derece tehlikeli girişimlerdir.
Bediüzzaman’ın bizzat kendisi eserlerinde pek çok kez bu
konunun önemini ifade etmiş; böylesi bir anlayışa karşı olduğu yönündeki
fikirlerini beyan etmiştir. Eğer risalelerdeki metinlerin tefsire ihtiyacı
varsa, bunu yine bu metinler üzerinde yapılacak ek açıklamalarla açıklamanın
uygun olacağını belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde “Bediüzzaman böyle bir
tefsir anlayışına gidilecek olunursa, bunun nasıl suistimale açık hale
geleceğini ve bu yolla risalelerde anlatılan hakikatlerin nasıl aslından
uzaklaşıp değişeceğini” şöyle hatırlatmıştır:
Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda
hâşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir
(uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur,
tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem su-İ
İstİ’male kapI açIlIr, muarIzlar (karşı çıkanlar) istifade ederler. Hem herkes senin gibi
muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan) müdakkik (inceden
inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri bile görmeye çalışan) olmaz, yanlIŞ mana verİr, bİr kelİme İlave eder, ehemmİyetlİ bİr
hakİkatI kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda
(düzeltmelerimde) böyle zararlı ilaveleri çok gördüm... (Emirdağ Lâhikası
Elyazma, s. 661)
Yaşadığı yüzyılın müceddidi olan böyle mübarek bir şahsın,
tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren Mehdiyet konusundaki önemli
açıklamalarının da batıni tefsir adı altında yanlış yorumlanmaması son derece
önemlidir. Böyle bir bakış açısı, Risalelerin orijinal halinden uzaklaşmasına
ve Müslümanların yanlış bilgilendirilmelerine neden olacaktır. Bu da,
Bediüzzaman’ın hikmetli sözlerinin ve kıymetli açıklamalarının gereği gibi
takdir edilememesine yol açacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde “Risale-i Nur’un her bir kitabı
bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on
defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz.
Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.” (Emirdağ Lahikası, s.
159) şeklinde bildirmiştir. Demek ki risaleler, herhangi bir konuda
Bediüzzaman'ın tüm kanaatlerini en açık ve doğru şekilde yansıtmaktadır.
Mehdiyet konusunda da Bediüzzaman çok anlaşılır açıklamalarda bulunmuş, “kendisinin
ya da onun şahsı manevisi olarak Risale-i Nur’un Mehdiyet vazifesini
üstlenmemiş olduğunu; ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinin, Peygamberimiz (sav)'in
hadislerinde ve risalelerde yüzlerce sayfa boyunca anlatılan özelliklere sahip
olmasıyla tanınacağını” hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde izah
etmiştir.
EK BÖLÜM:
EVRİM TEORİSİNİN SONU
Darwinizm;
ara fosil olmadığı halde varmış telkini yapar… Geçersiz deliller sunar… Bulunan
bütün fosiller yaratılışı ispat ettiği halde bunun tam aksini savunur…
Tesadüfler sonucu oluşma ihtimali ancak 10 950'de 1 olan, -yani "oluşması
imkansız olan" proteinlerle- yine tesadüfler sonucunda, sanatçılar, bilim
adamları, profesörler meydana geleceğine inandırmaya çalışır. Hatta meydana
gelen profesörlerin, kendilerinin nasıl tesadüfen meydana geldiğini
üniversiteler kurarak araştırdığına da inandırmaya çalışır…
Darwinizm;
bir canlı hücre kromozomunda dev bir kütüphaneden daha fazla bilgi kodlanmış
olmasını, kör tesadüflerin mucizesi olarak görür… Görmeyen, duymayan,
hissetmeyen, şuursuz atomların, gören, duyan, hisseden, düşünen şuurlu insanlar
haline gelmesini, tesadüflerin ilahi gücünden olduğunu iddia eder… Tesadüf,
Darwinizm'in mucizeler meydana getiren ilahıdır.
1. Darwinizm
artık proteinlerin evrimle oluşabileceğini iddia edemiyor. Çünkü tek bir proteinin bile tesadüfen doğru
dizilimle oluşma ihtimali teorik olarak 10950'de 1 dir. Bu ise gerçekleşmesi
matematiksel olarak imkansız bir ihtimaldir.
2. Darwinizm
artık fosilleri evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü 19. yüzyılın ortalarından bu yana dünyanın dört bir
yanında yapılan arkeolojik çalışmalarda, evrimcilerin milyonlarca olduğunu
iddia ettikleri "ara geçiş formu" fosillerinden tek bir tane bile
bulunamadı. "Kayıp halkaların" bilim dışı bir efsane olduğu
anlaşıldı.
3. Evrimciler
bugüne kadar bulunmuş olan sayısız fosil karşısında çaresiz kalmışlardır. Çünkü bulunan tüm fosiller yaratılışı destekler,
ispat eder mahiyettedir.
4. Evrimciler
artık Archaopteryx'in kuşların atası olduğunu iddia edemiyor. Çünkü Archaopteryx fosilleri üzerinde yapılan
son incelemeler bu canlının "yarım kuş" olduğu iddiasını çürütmüştür.
Archaopteryx'in uçuş için gerekli anatomi ve beyin yapısını kusursuz olarak
barındırdığı yani bir kuş olduğu anlaşılmış, böylece "kuşların evrimi
masalı" evrimciler için savunulamaz olmuştur.
5. Darwinizm
artık "At Serisi" diye ortaya konulan sahte dizilimi kullanamıyor. Çünkü bu sahte serinin dizilimi kullanamıyor. Çünkü
bu sahte serinin geçmişte farklı devirlerde ve farklı coğrafyalarda yaşamış
bağımsız canlı türlerinden ibaret olduğu anlaşıldı.
6. Darwinizm
artık sudan karaya çıkış hikayesi için Coelecanth isimli fosili kullanamıyor. Çünkü soyu tükenmiş bir ara-form olduğu iddia
edilen bu canlının halen yaşamakta olan bir dip balığı olduğu ortaya çıkmıştır
ve bu canlı bugüne kadar 200'den fazla sayıda -canlı olarak- yakalanmıştır.
7. Darwinizm,
Ramapithecus, Australopithecus Serisi (A. Bosei, A Robustus, A. Aferensis,
Africanus vb.) gibi canlıların insanların ataları oldukları iddiasını artık
savunamıyor. Çünkü bu fosiller
üzerinde yapılan araştırmalar, bunların insan ile hiçbir ilgisi olmadığını ve
tamamının geçmişte yaşamış maymun türlerinden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
8. Darwinizm
rekonstrüksiyon (canlandırma) çizimlerle artık insanları kandıramayacak. Çünkü eskiden yaşamış hayvanların kalıntılarına
dayanılarak yapılan bu canlandırmaların (rekonstrüksiyon) hiçbir bilimsel
değere sahip olmadığı ve tamamen güvenilmez oldukları bilim adamlarınca açıkça
ortaya konmuştur.
9. Darwinizm
artık "Piltdown Adamı"nı evrime delil olarak gösteremiyor. Çünkü, yapılan araştırmalar "Piltdown
Adamı" diye bir fosilin hiçbir zaman var olmadığını, insana ait bir
kafatasına orangutan çenesi eklenerek insanların 40 yıl boyunca kandırıldığını
ortaya çıkardı.
10. Darwinizm "Nebraska Adamı"nın ve sözde
ailesinin evrimi ispatladığını artık savunamıyor. Çünkü "Nebraska Adamı" hikayesinin dayandırıldığı azı
diş kalıntısının aslında soyu tükenmiş yabani bir domuza ait olduğu tespit
edildi.
11. Darwinizm artık "Doğal Seleksiyonun evrime sebep
olduğu iddiasını savunamıyor. Çünkü, söz
konusu mekanizmanın canlıları evrimleştiremeyeceği, onlara yeni özellikler
kazandırmayacağı bilimsel olarak ispatlanmıştır.
Darwinistlerin yukarıda sayılanlardan başka daha pek çok
yanlış bilgilendirmesi söz konusudur. Bunların tamamının geçersizliği zaman
içinde ortaya çıkmıştır. Örneğin; evrimleştirici özelliği olduğu iddia edilen
mutasyonların tamamen tahrip edici özelliğe sahip olduğu ve canlılara gelişme
değil hastalık, sakatlık veya ölüm getirdiği görülmüştür… Darwinistlerin insan
embriyosunda solungaç olarak gösterdiği yapının gerçekte insanın orta kulak
kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmış,
üstelik embriyo çizimlerinde evrimi desteklemek için değişiklikler yapıldığı da
ortaya çıkmıştır. Bakterilerdeki antibiyotik direncine ait genetik bilginin
bakterinin "var olduğu andan itibaren" DNA'sında bulunduğu ortaya
çıkarılmıştır…
Derin bilgiler içeren beş bin sayfalık Risale-i
Nur Külliyatı ile milyonlarca insanın hidayetine vesile olan büyük mütefekkir
Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamış, mücadelesiyle
tüm Müslümanlara örnek olmuştur.
Eserlerinde pek çok konuya yer veren hicri 13.
asrın müceddidi Bediüzzaman’ın, üzerinde ehemmiyetle durduğu konulardan biri de
Ahir Zaman’dır. Bediüzzaman, Müslümanlar için müjdeli olan bu dönemin
alametlerini ve önemli şahıslarını sayfalarca ve çok detaylı olarak
açıklamıştır.
Ahir Zaman’ın önemli şahıslarından olan Hz.
Mehdi’nin tanınmasına vesile olacak özellikler de Bediüzzaman’ın önemle
üzerinde durduğu konulardandır.
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde sadece
Hz. Mehdi’nin yerine getirebileceği “Üç vazife” olduğunu açıklamıştır.
Elinizdeki kitapçığın birinci bölümünde Bediüzzaman’ın ayrıntılı olarak
açıkladığı “Hz. Mehdi’nin Üç Büyük Görevi” konusu ele alınmaktadır.
Kitapçığın ikinci bölümünde, “Bediüzzaman, Hz.
Mehdi’nin Siyaset ve Saltanat Alanlarındaki Görevlerini Nasıl Açıklamıştır”
konusu ele alınmaktadır.
Üçüncü bölüm, “Bediüzzaman, Kendisine Mehdilik
Zannında Bulunan Nur Talebeleri’nin Yanıldıklarını Nasıl Açıklıyor?” başlığını
taşımaktadır.
Kitapçığın son bölümünün başlığı ise:
“Bediüzzaman Eserlerinde, Kendisinin “Son Müceddid” ve “Mehdi” Olmadığını
Delilleriyle Birlikte Açıklamıştır”.